29 Aralık 2021 Çarşamba

Arınmanın ve Sonsuzluğun Sembolü Tohum Takas Şenlikleri

. 29 Aralık 2021 Çarşamba
0 yorum

 Not: Bu yazı ilk olarak Apelasyon E-Dergi'de yayınlanmıştır.

Havaların güzelleşmesi ile birlikte doğa ana; yeşilin tüm tonlarını, yiyeceklerin tüm renklerini ve tatlarını bizlere sunmaya başladı.

Havaların güzelleşmesi ile birlikte doğa ana; yeşilin tüm tonlarını, yiyeceklerin tüm renklerini ve tatlarını bizlere sunmaya başladı. Koca bir kışı özlemle geçiren doğa, her köşede ayrı bir renk, her köyde ayrı bir tat ile bizlerin yolunu bekler durur. 

Biz buradayız, bizi önemseyin, bize değer verin diyen doğa; renkleri, tatları ve kokuları ile kendini bariz bir şekilde bizlere gösterir.

Bu capcanlı ve üç boyutlu tablo bizlere farklı bakış açıları, farklı felsefeler açmaktan asla geri kalmaz. Mükemmel bir ahenkle döngüsünü sürdüren doğa, üzerinde barındırdığı her noktası ile bizlere farklı anlamlar ve duygular iletir. İyi veya kötü, işaretlerini bize hep gösterir. Bizlerin işi ise o işaretleri görüp anlamları çıkarıp gerekliliklerini yerine getirmektir. Doğru hamleler doğa ananın varlığını koruma ve sürdürülebilirliğini sağlama yolunda önemlidir.

Ancak bu aşamada doğa ana ve tarımın sürdürülebilirliği kadar önemli bir nokta da o bölgedeki halkın  ekonomik ve kültürel yönden varlığını devam ettirmesidir.

Burada karşımıza; yerel çeşitlerin, tarımın ve yeşilin devamlılığının sağlanması için turizmi ve ticareti de işin içine dahil ederek oluşturulan bir rol model olan yerel festivaller ve tohum takas şenlikleri çıkmaktadır.   Ve bunlar hem farkındalık yaratma hem de devamlılığın sağlanması açısından önemli bir model olarak varlığını sürdürmektedirler. 

Renk cümbüşü ile tat cümbüşünün birbirini kucakladığı şu günlerde de festivaller ve şenlikler birbiri ardına yapılmaya devam ediyor.

Yerel festivaller ve tohum takas şenlikleri ile ilgili olarak benim aklıma takılan en önemli sıkıntı ise bilinirliklerinin çok yüksek olmaması. Maalesef sektörün bu kadar içinde olan birisi olarak benim bile pek çoğundan haberim olamıyor!

Yerel gazeteler ve sosyal medya aracılığı ile en azından yaşadığım il olan İzmirdeki bu etkinlikleri takip etmeye çalışıyorum. Ya diğer iller! En yakınımız Aydın ve Manisadaki etkinliklerden bile haberimiz olamıyor maalesef!

Bütün bu tanıtım eksikliklerine rağmen dünyanın en verimli topraklarına ve en güzel iklimine sahip olan Anadolu,  yemek festivalleri, tarım festivalleri, tohum takas şenlikleri ve çiçek şenliklerinden çokça barındırmakta.

Hemen aklıma İzmir’den birkaç örnek geliyor: Alaçatı Ot Festivali, Urla Enginar Festivali, İzmir Kahve Festivali, Kemalpaşa Dereköy-Gökyaka Bal Festivali, Kavacık Üzüm Festivali, Seferihisar Tohum Takas Şenliği, Urla Geleneksel Bağ Bozumu Şenliği, Bayındır Çiçek Festivali, Germiyan Festivali…

Merak ediyorum dikkatinizi çeken bir şey var mı? Hepsi turistik yerlerdeki etkinlikler değil mi?

Buralardaki turizm, festivaller sayesinde mi gelişiyor, yoksa bu festivaller turizm sayesinde mi bilindik olup gelişiyor? Bence bu bir döngü. Bu döngüdeki ikili kolkola yolunda ilerliyor. 

Öyle veya böyle bu festivaller ve tohum takas şenlikleri yapılmaya ve yayılmaya devam ediyor. 

Bu esnada ben; bunlar da nerden çıktı, niye çıktı, nasıl çıktı diye düşünmeden edemiyorum!

Doğa, toprak, ağaç, tohum; tarihin sayfalarında yerini aldığı günden beri Türk Milleti için hep önemli olduğu tarih bilimi tarafından kabul edilir. Hatta efsaneler ve hikayeler aracılığı ile de pekişmektedir.

Pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu toprakları ise doğunun felsefesi ile Batının bilimini alarak “Bilgelik”in merkezi haline gelmiş durumdadır. Kültürler mozaiği olan Anadolu, geçmişten gelen bu mirasını mükemmel bir uyumla harmanlayarak yoluna devam etmektedir. Gizemler günümüz koşullarına da ayak uydurarak karşımıza devamlı çıkmaktadır.

Tohum; “ÖZ”ün bilgisini, “CAN”ın gücünü, “TANRININ” yaratıcılığını, toprakların mistizimini, “RUHUN” ölümsüzlüğünü mükemmel bir döngüde birleştirerek sırlarını devamlı yayma isteğindedir. Tohum takas şenliklerine bu açıdan baktığımızda tohum; uyku halinden uyanışı ve yeniden dirilişi mükemmel bir şekilde tasvirler. Tohumla; ölüm ve doğumun devamlılığı gün yüzüne çıkar. Her doğumla, temizlenerek ve arınarak en masum haliyle yeni yaşamına başlar.

Tohum yeniden doğar ve çimlenir. Kollarını iki yana açarak özünü kaybetmeden “O” na doğru, ışığa doğru yükselmeye devam eder. Ulaşamayacağını bildiği halde, topraktan güneşe doğru sonu olmayan yolculuk devamlı yapılır durur…

Tohum takas şenliklerinde paylaşılan tohumlarla bilgi, hayat ve felsefe en saf halleriyle yayılmaya çalışılmaktadır. Bu; Anadolu topraklarının bilgeliğini sürdürmesi için önemli bir harekettir.

Bir tohumun çimlenmesi ve ışığa doğru yol alması gibi bizler de bir farkındalık hareketi başlatalım ne dersiniz? Herkes bildiği, duyduğu bütün yerel festivalleri ve tohum takas şenliklerini paylaşsın. Hem hayatın devamlılığına hem de bölge ekonomisine yardımcı olmaya devam edelim. 

Bilgi paylaştıkça büyür ve güzelleşir.

Ne duruyorsunuz, paylaşın…

İnstagram : https://www.instagram.com/bilgekeykubat/

Linkedin : https://www.linkedin.com/in/bilge-keykubat-49351117/

Twitter   : https://twitter.com/bilgekeykubat

Read More »»

Gençleri Tarıma Nasıl Çekebiliriz?

.
0 yorum

 

Not: Bu yazı ilk olarak Apelasyon E-Dergi'de yayınlanmıştır.

Pandemi süreci tüm dünya için zorlu geçiyor. Öncelik herkes için can güvenliği olmak üzere sonrasında tabii ki de iş ve ekonomik sorunlar ve olmazsa olmaz psikolojik durumlar... Pandemi öncesinde gıda ticaret savaşları kızışmışken pandemi ile birlikte en önemli sorun olarak gündemin göbeğine oturdu.

Şu an tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de herkesin ağızında tarım-gıda… Hal böyle olunca, konu da popüler olunca, hep dediğim gibi biz ziraat ve gıda mühendisleri de pasif kalınca meydan her şeyi çok bilen kişilere kalıveriyor. Ahkam kesiveriyorlar hemencecik; şu yanlış, bu eksik, o şöyle olmalı… Teknik bilgi eksik olunca ne kadar konuşursanız konuşun bir şey eksik kalıyor. Ortaya boş konuşmalar çıkıveriyor.
 
Bu çok konuşmalar arasında en çok bahsi geçen de “Gençler niye tarımdan kaçıyor”? sorusu.
 
Ben sosyal medyayı iyi kullanmaya çalışan biriyim. Hatta Instagram'da da “Tarım ve Gıda Influencer”ı olarak kabul ediliyormuşum. Epeyce bir genç ziraat ve gıda mühendisi arkadaşım da beni takip ediyor. Gençlerin neden tarımdan kaçtığını genç arkadaşlara sormak istedim. Instagram hesabımda (instagram.com/bilgekeykubat/) bir post paylaşıp altında da şu soruyu sordum:
 
Tarıma gençleri kazandırmak zorundayız!
Sizce bunun için ne yapmalı?

 
Postun çok geniş bir kitleye ulaştığını söylemek isterim. Posta ya postun altına ya da DM'den bana direkt olarak çok ciddi sayıda bir yorum da geldi. Bu gerçekten benim için güzel bir sonuçtu. Genç ziraat ve gıda mühendisleri tepkisiz kalmamıştı. Kendilerini ifade etmeye çalışmışlardı.
 
Öncelikle şunu söylemek isterim; düşünen, yorumlayan ve bunları ifade eden gençleri gördükçe benim Ulu Önder Atatürk’ün kuruduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğine olan  inancım ve güvenim artıyor.


Ben şimdi isimlerini paylaşmadan bu arkadaşlarımın yazdıklarının bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

  • Köylerde sosyal hayata dair geliştirmeler yapılmalı. Her köyde okullar tekrardan açılmalı. Yaşam şartları iyileştirilmeli. Önce köyden kente göçün önüne geçilmeli, sonrasında eğitime odaklanılırsa tarım kendiliğinden gelişecektir.
  • Gençlerin, özellikle biz genç mühendislerin en büyük sorunu mesleğimize gereken önemin gösterilmemesi. Her ne kadar işimize gönülden bağlı olsak da iş imkanlarının kısıtlılığı, girişken gençlere gereken desteğin verilmemesi ve sektörde başta kadın erkek ayrımı olmak üzere sürekli engellerle karşılaşılması hepimizin hevesini ve inancını kırmakta. Bu politikaların değişmesi, gereken desteğin sağlanması halinde gençlerin tarıma daha çok yöneleceği ve bu işi severek yapacağı kanaatindeyim.
  • Bilinçli çiftçiler yetiştirmek için tarım liseleri açalım köylerimize. Eğer çiftçi emeğinin karşılığını rahatlık ve güvenle alabilirse emin olun pazara manava gittiğinizde gereksiz fiyatlara ürün almamış olacaksınız. Hem alıcıya yazık hem de üreticiye yazık oluyor.
  • Tarıma gençlerin kazandırılmasına bence ilk öğretimden tarım sevgisi aşılayarak başlanılmalı. Bunun için her okulun kendine ait tarım bahçesi olmalı ve ilk öğretimden itibaren çocuklara küçük çapta tarımsal üretim yaptırılıp tarım sevdirilmeli.
  • Bunun için farkındalık yaratılması gerekli; hele genç işsizlik bu kadar yüksekken. Tarımı teknolojiyle buluşturan projeler çok önemli. Projelere ihtiyaç var...
  • Öncelikle gençlerin aslında altından kalkabilecekleri işler için bir yol gösteren, destekleyen olmalı. Bir işin gidişatının tam bilinmemesi yahut bilinen/yapılabilecek olan işlerin kâr/zarar dengesinin oluşturulamaması, bu dengenin her yıl değişmesi bizim risk almamızı engelliyor. Bu durumun ortadan kalkabilmesi için; Devlet teşviki ve desteği olan gerçek anlamda kalkındırmayı amaçlayan gerçek verilerle oluşturması gereken projelere ihtiyacımız var. Bu projeler bölge bölge ayrılarak yerinde yapılan incelemeler sonucu oluşturulmalı ve devamında gençlerin yahut üreticilerin bilinçlendirilmesi gerekmektedir. En son olarak ise arz/talep dengesinin sağlanması ve buna uygun girdi fiyatının üreticiye sezon başında bildirilmesi gerekmektedir.
  • Ah bu gençler neden tarımla ilgilenmiyor diye hayıflanmak yerine nasıl ilgilenirler diye kafa yormalıyız. Küçükten üretmenin kıymetini, kendine yetmenin gücünü ve değerini öğrenerek büyütüp, tarımla da gelecek planlanabileceğini, farklılaşarak öne çıkılabileceğine inandırmalıyız.
  • Tarım arazileri imara açılmamalı, araziler korunmalı, gençler için tarımı özendirici politikalar yapılmalı.
  • Türkiye’deki tarım piyasasına ‘hakim olan’ ağır topların kendi eski usul düzenleri ve çiftçilere zamanında yapılanlardan edindiğim bilgiler ve tarıma katılmaya çalışan bir genç olarak insanlarımızın hayal kırıklıklarının giderilmesi için; yani en azından tarımın herhangi bir alanında atılım yapabilmemiz için; çiftçimize daha çok eğitim verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü halkımıza yeni fikirlerle gidildiğinde alınan tepkiler en büyük engel oldu. Bunu en basitinden anlatmak istersem, katma değeri yüksek olan çiftlik hayvanlarından antikor veya serum elde edilmesi yönünde başlatmak istediğim işletme fikrime “Sütü ve eti satıyoruz yetiyor diğerleriyle kim uğraşacak” geri bildirimleriyle karşılaştım. Ama işin aslına bakıldığında bir keçi kan serumunun 125 ml'sinin 400-500 dolar civarında satıldığını göz önünde bulundurursak sütünden yani kilosu 10-15 lira olan ürünün daha yüksek getirisi olduğu savunuldu. Burada görülmeyen detaylar mevcut. Ya da zeytinyağı işi için bölge çiftçileri ile yaptığım görüşmelerde halkın yok pahasına zeytinyağlarını satması ve dünya piyasasında hala Türk zeytinyağlarının bir değer görmemesi gibi örneklerle durumu açıklayabilirim. Bugün Amerika, Kanada piyasasında Cezayir yağları bile bilinirken Türk zeytinyağı markalarının butik kalması aslında resmin ne denli yarım bırakıldığını da anlatmaktadır. İşletmecilerimiz yağlarını markalaştırmaktan öte toptan satış yaptığı sürece Türk zeytinyağları İtalyan etiketleriyle dünya piyasasında yer almaya devam edecektir. Markalaşma ve kalite süreçleri yönünde çok fazla eksik olduğumuz bir sektörle karşı karşıyayız.
  • İlk okuldan başlayarak derslere bir tarım bilgisi de eklemeliyiz.
  • Bence çiftçilikteki en önemli etkenler eğitimli olmak ve emeğinin karşılığını alabilmek.
  • Kurumsal hayatın çıkmazına girmelerine müsaade etmeliyiz. Dışarıdan oldukça renkli gelen plaza hayatını deneyimlemelerine destek olmalıyız. Bir süre sonra üretimin, toprağın ve alınterinin kıymetini zaten öğrenecekler. Tecrübe ile sabittir. Her şey zıttı ile anlaşılır. Beyazın beyaz olduğunun anlaşılması için siyahın rengine bulanmak gerekir, diye düşünüyorum. 
  • Unutmayın köylü milletin efendisidir. Köylüyü, üreten çiftçiyi memnun edersek, onları verimli birer çiftçi olmaları için desteklersek bizlerde memnun oluruz. Onlar gülerse dünya güler.
  • Giden gidiyor. Gitmek zorunda bırakılıyor. Kalan geçinemiyor
  • Kazanacaklarına kazandıracaklarına ikna edilmeliler.
  • Ülkemizde bütünsel olarak bir yozlaşma geçmişinden kopuş̧ ve şehrin sözde ışıltılı hareketli yaşantısına özen varken, başta tabii ki bireysel olarak herkes mücadele edebilir ama topyekün bir tarımsal kalkınma ve çiftçi ve üreticinin hakkının tam manasıyla teslim edilmesinden başka bir yol olduğunu düşünmüyorum. Emeğinin karşılığını alamayan üreticiler ekip biçmeyi de bırakabiliyor. Gençlerin de daha okul sıralarında üretim ve tarıma dönükte eğitimler alması gerektiğini düşünenlerdenim. Ömrünü bu topraklarda üretime, ekip biçmeye adamış nesiller boyu bunu devam etmeye çalışan değerli çiftçilerimiz ve bu ülkede yaşayan bütün insanlarımız yani tüketicilerimiz arasında irtibatın kopmadan kesinlikle sağlam bir şekilde kurulması gerekiyor. Toplum nezdinde gerek hayat pahalılığı gerekse şehirlerdeki geçim sıkıntısı yüzünden nispeten üreticiler toplumda “sanki köyde bedava yaşıyor ne gideri var ki “düşünceler ile yapılan değerlendirmeler çiftçi ve üreticilerin de motivasyonunu düşürmekte.
  • Aslında çiftçiler olarak bizler kimi zaman zarar da etsek kimi zaman gelirlerimiz giderlerimizi karşılamasa bile özellikle meyve üretimi yapanlar olarak emek emek büyüttüğümüz ağaçlarımızı kesecek halimiz yok tabii ki de. Ümitlenerek gelecekte daha iyi olacağına olan inancımız sayesinde bu güzelim cennet vatanımızda üretime devam etmek zorundayız. Ne olursa olsun üretimden asla taviz verilmemeli, denemek ten asla geri durulmamalı. Mutlaka üretim olmaz ise çalışma olmaz ise genel manada her şey eskisinden daha kötüye gitmeye mahkumdur.
  • Eğitimin yanında; gelenek, görenek, örf ve adetlerden aldığımız güç̧ ile aklın ve bilimin ışığında ve bütün bu değerler ile Atatürk’ün bizim için çizdiği birlik beraberlik ve dayanışma ruhu içerisinde kısa zamanda daha üst seviyeye çıkma hedefimize topyekün olarak yürümemiz gerekmektedir. Biz üreticiler olarak hep geçmişimizden aldığımız güçle üretime devam edeceğiz. Bugünlerimize de şükrederek çalışmaktan geri durmak yok. Bürgün tam olarak bu toprakların değerini anlayacağımıza inanıyorum. Pandemi dönemi bunu nispeten gösterdi.
  • Ziraat mühendislerine eğitim süresince daha fazla alan çalışması yaptırılmalı, tozu, toprağı, bitkiyi sevdirmeliyiz.
  • Eninde sonunda olacak olan tarımdaki prestiji en kısa zamanda kazandırıp, gençleri cezbetmesi gerekiyor. Masa başında daha az emekle daha çok kazanç varken, kimse (özellikle z kuşağı) toz, sıcak vb ile uğraşmak istemiyor. Bunun için de çok uluslu şirketlerin tek düze beslenme ve tarım anlayışı yerine, geleneksel düzen ile bu zengin coğrafyanın nimetlerini ticari boyutlarda geliştirmek gerektiğini düşünüyorum.
  • Öncelikle herkese merhaba kendimi taktim edeyim herkese ben üniversitede ziraat fakültesinde tarım makinaları mühendisliği bölümünü okuyorum. Pandemiden okullar kapandığı için sebze halinde hamallık yapıyorum, kendime okul harçlığı çıkarıyorum. Orada bir şey fark ettim, çok sevdiğim bir çiftçi abimiz biber üretimi yapıyor, çalıştığım dükkana sürekli biber getiriyor ve satışını bizim patronlar yapıyor. Geçen hafta biberini 1 liradan bir pazarcıya satıldı işim bitti eve dönüyordum ki yolumun üstünde semt pazarı vardı piyasayı merak edip halk otobüsünden indim ve pazara girdim, pazarcı ya 1 liraya sattığımız biberi pazarcı 3 liraya satıyordu ve bitirmişti, çiftçi kazanmadı kim kazandı komisyoncu ve pazarcı kazandı hiç bir emek sarf etmeden işte geleceğin tarımını istiyorsak buna bir dur demeliyiz, bunun için bir bakanlıktan destek beklemek yerine tüm çiftçiler bir olup tarladan sofraya ilkesini benimsemesi gerekir yani komisyoncuya ve pazarcı ya ihtiyacımız kalmamalı bu vesileyle hem üretici kar eder hem de tüketici, bunun içinde tüm çiftçiler bilinçlenmeli, bir gönüllü vakıf açılıp tüm çiftçilere aşılanmalı bu zor bir şey değil istemek yeterli.
  • Dünyadaki meslektaşlarıyla rekabet edebilir duruma gelmesi için genç çiftçilerin desteklenmesi, tarım için kullanılabilecek teknolojik ürünlerin tümünden vergilerin kaldırılması, ürün rekoltelerinin iklime göre pozisyon alınabilmesi için üniversitelerin ve bakanlığın bünyesindeki tarım müdürlüklerinin sahada destekçi olması, kurumların fiyat garantörlüğünü üstlenmesi şart.
  • Tarımın devamı için, gençler süratle tarıma kazandırılmalıdır. Bunun için neler yapmalıyız sorusuna gelince; Milli Eğitim Bakanlığınca Liselere zorunlu tarım dersleri getirilmeli ve dersler uygulamalı olarak işlenmeli. Öğrencilerin ürettiği ürünler satılarak geliri öğrencilere verilmeli. Ziraat odaları gençlere öncü olmalı, gençlere ücretsiz danışmanlık yapmalı. Devlet Bankaları gençlere düşük faizli uzun vadeli finansal destek sağlamalı. Çocuklarımızı toprak ile bütünleştirmeliyiz, evimizin bahçesi olmasa bile, balkonda saksıda neler yetiştirebileceğimizi onlara göstermeliyiz.
  • Emeklerinin karşılığını alabileceklerine inandırmamız lazım.
  • Çocuklara ve gençlere yönelik tabiatın önemini ve değerini anlamaları için farkındalık eğitimleri verilmelidir.
  • Tarımın önemini sadece ziraat ile ilgili bölümleri okuyanların ya da çiftçilerin görmesi ile yetinmeden tarımın önemini ve tarımın milli bağımsızlıktaki rolünü tüm insanlara entegre etmeliyiz. Tarıma gençleri kazandırmaktan önce bu yola bir şekilde girmiş olan gençlerimizin önüne çıkan engelleri kaldırmak için çabalamalıyız. Ziraat ile ilgilenen bir çok gencin bu yolda yok olmasını izleyerek tarıma gençleri kazandırmayı amaçlamak yerine tarımda gençlerin tutunabilmesini sağlamalı ve bu yolda ilerlemek isteyen gençlerimize yeterli desteği sağlamalıyız. Ben doğru eğitim ve eğitime karşı doğru destek ile gençlerimizin aşamayacağı bil yolun olmadığı görüşündeyim.
  • Tarım lisesine benzeyen bir lisede bahçecilik okudum. Neden o liseye gittiğimi kimse anlamadı. Puanım düşük olduğundan sandılar. Başka okullar kabul etmediğinden sandılar. "Hııı tüh" sözlerini duya duya okudum. O yıllarda okulda bize şöyle diyorlardı. Siz bu ağır işleri yapmayacaksınız birilerine yaptıracaksınız. Böyle böyle avuttular aileleri çocukları. Yoksa aile o okula göndermek istemiyordu 'amele' gibi çalıştırıyorsunuz diyerek. Geçmiş yıllardı, bundan 10 yıl önce. Belki artık bir şeyler değişmiştir bilmiyorum. Şimdi ziraat mühendisiyim köyüme üretim yapmak için döndüm. Herkes o kadar okudun ettin neden burada bunu yapıyorsun açsana bir 'ilaççı' diyor. Hergün duyuyorum bu sözleri. Madem atanamadın o zaman başka bir işe gir diyen bile çok. Tanıdığım tanımadığım herkes. 'Atanmak' gibi bir derdim var sanıyorlar. Herkesin bunu hedeflediğini sanıyorlar. Ben bu sözleri hala duyuyorum. Aldırış etmiyorum ama başkaları aldırış ediyor. Aynı lisede okuduğum arkadaşlarımın hiç biri şuan tarımla ilgili bir iş yapmıyor. Evet hibe, destek vs. Bunlar etkili ama şu düşüncelerin değişmesi çok çok daha etkili bence. Hala böyle düşünen insanların olması komik ama var maalesef. En çok da köyde var. Eğer köye dışardan bir genç gelmiş de üretim yapmaya çalışıyorsa bu ne anlar ki iki günde gider diye bakıyorlar köyün kendi genci üretim yapmaya çalışıyorsa buralarda 'sürünme' diye ailesi vazgeçirmeye çalışıyor. Zamanında nasıl bir algı oluşmuşsa bir türlü değişmedi değişmiyor. Üzücü. Meselenin içinden biri olarak yaşadıklarımı anlatayım dedim.
  • İlkokulda 1 yıl çocuklar tarlalarda bahçelerde eğitim görmeli ekip biçmeli, ondan sonra hevesli olanlar kendini belli eder zaten ve küçük yaştan itibaren o işi benimser bence
  • Gençleri çiftçilikten soğutuyorlar ektimiz diktiğimiz para etmiyor.
  • Yaşlı ataerkil zihniyetten vazgeçilmelidir. Tabii ki de tecrübelerini sevgi ve cömertlikle paylaşsalar çok şahane olur, ama ben bilirim, benim dediğim olur, parayı ben alırım, zihniyetiyle genç kuşaklar yıldırılıyor bunu sözde de iyilikleri için yapıp, bir de sen okudun ya da okumadın hayvancı mı rençber mi olucan çevre eleştirisi zihniyeti, iş olarak algılamamaları, yol uzun, neyse ki inancımız gençliğimiz var.

Bu cevapların kafamızda bazı şeylerin biraz olsun oluşmasını sağladığını düşünüyorum.

Gençlere kulak vererek, üreticilere kulak vererek, tüketiciye kulak vererek çözebiliriz sektörün sorunlarını. Önemli olan kişileri inandırabilmek ve gerçek hamleler yapmak. Konuşmaktan ziyade gerçekleştirebilmek.

Ne dersiniz?

İnstagram : https://www.instagram.com/bilgekeykubat/

Linkedin : https://www.linkedin.com/in/bilge-keykubat-49351117/

Twitter   : https://twitter.com/bilgekeykubat

Read More »»

20 Aralık 2021 Pazartesi

ÖLÜMSÜZ AĞAÇ ZEYTİN KUTSAL TÖREN

. 20 Aralık 2021 Pazartesi
0 yorum

 

Not: Bu yazı ilk olarak Apelasyon E-Dergi'de yayınlanmıştır.

Bugün Batı dillerinin tamamında değişik söyleyişleri olan ‘oil’ kelimesi, eski Yunanca’da zeytin ağacı anlamına gelen “eleia” kelimesinden türemiştir.

Bugün Batı dillerinin tamamında değişik söyleyişleri olan  ‘oil’ kelimesi, eski Yunanca’da zeytin ağacı anlamına gelen “eleia” kelimesinden türemiştir. Zeytin yetiştiriciliğinin ilk insanlarla birlikte başladığı kabul edilmekte ve “zeytin bütün ağaçların ilkidir” denilmektedir. Zeytinin insanlık tarihindeki önemine tüm kutsal kitaplarda, yaratılış ve kuruluş efsanelerinde yer verilmektedir.
Klasik mitolojide her tanrıya belirli bir ağaç atfedilir ve bu atıflar incelendiğinde her zaman anlam yüklü oldukları ve ona karşılık gelen ağacın tanrının kimliği ile yakın ilişkili olduğu görülür. Bu konuda “DENDROLOJİ” (ağaçlar bilgisi) incelemek gereklidir. En önemli karşılıklar aşağıda listelenmiştir.


Athena    Atena        – Zeytin Ağacı
Zeus          – Meşe Ağacı
Poseidon    – Dişbudak
Hades         – Mersin
Hera           – Elma Ağacı, Armut Ağacı veya Söğüt
Apollo       – Defne, Palmiye, Zeytin, Demirhindi Ağacı
Dionysos    – Asma, İncir Ağacı, Sarmaşık, Çam
Persephone – Kavak, Söğüt
 
Zeytin bütün ağaçların ilkidir…
“Olea prima omnium arborum est..”
 
Efsaneye göre Havva ile birlikte yasak meyveyi yiyerek cennetten kovulan Adem, 930 yaşındayken öleceğini hisseder ve Tanrı’dan kendisini ve tüm insanlığı bağışlamasını dilemeye karar verir. Bu konuda oğlu Şit’i (ŞİT: Kuran’da ismi geçmeyen peygamberlerden biridir. Adem’den sonra dünyaya gönderilen ikinci, dünyada doğan ilk peygamberdir. Yahudi, Hristiyan ve İslam inancına göre Adem peygamberin üçüncü oğludur. Kabil’in Habil’i öldürmesinden 5 yıl sonra doğmuştur. Diğer kardeşlerinin aksine Şit ikiz olarak değil, tek başına doğmuştur. Şit’in bir ismi de Şis’tir. Şis, İbranice Allah’ın hibesi anlamına gelmektedir.) görevlendirir ve onu cennet bahçesine gönderir. Bahçenin bekçiliğini yapan melek Şit’in duası üzerine İyi Kötü Ağacından aldığı üç tohumu ona verir ve babasını gömmeden önce tohumları onun ağzına koyması gerektiğini söyler. Adem kısa bir süre sonra ölür ve Tabor Dağı (Tabor Dağı: İsrail’in kuzeyinde, eskiden Galile olarak anılan ülkede yer alan bir dağ) yakınındaki Hebron Vadisi’ne gömülür. Adem’in gömüldüğü yerde yeşeren üç ağaç zeytin, sedir ve servi’dir. Tanrı ve insan arasında barış sağlanmıştır. Zeytin ağacının yetiştirilmesi ve bakımı oldukça zordur. Ama zeytin ağacı, insanoğlunun bu emeğinin karşılığını cömertliğiyle öder…

Eski Ahit
(Hıristiyanlıkta Eski Antlaşma veya Eski Ahit olarak adlandırılan dini kitap.)
“Refahın ve bolluğun sembolü zeytin.”
Eski Ahit’e göre zeytin, refahın ve bolluğun sembolüdür. Ve yalnız Eski Ahit değil, tüm kutsal kitaplarda zeytin ağacı; kutsallığın, bolluğun, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın ve yeniden doğuşun, kısaca insanlık için en önemli erdem ve değerlerin sembolüdür.
Nuh Tufanı
Ve İnsanlık Zeytinle Yeniden Doğar…
Eski Ahit’te yer alan efsanelerden biri, Hazret-i Nuh ve tufandan bahseder. Yarattığı âdemoğlunun yeryüzüne kötülük tohumları saçtığını gören Tanrı, onu bir tufanla cezalandırmaya karar verir. Ve Hazret-i Nuh’a bir gemi yapmasını, bu gemiye her temiz hayvandan erkek ve dişi yedişer, her temiz olmayan hayvandan erkek ve dişi ikişer ve kuşlardan da erkek ve dişi yedişer tane almasını söyler. Ardından büyük tufan başlar, Hazret-i Nuh ve gemisindeki canlılar hariç, yeryüzü üzerinde yaşayan her şey silinir. Tufan durulduğu zaman Hazret-i Nuh, suların çekilip çekilmediğini anlamak için geminin penceresinden bir güvercini güneşin battığı yere doğru salar. Sular çekilmediği için güvercin gemiye döner. Hz. Nuh, yedi gün sonra güvercini tekrar salar. Güvercin bu sefer, ağzında yeni koparılmış zeytin yaprağıyla gelir. O zaman Nuh, suların yeryüzünden çekildiğini anlar. Ağzında zeytin yaprağı tutan güvercin, o günden bu güne, ümidin, bolluğun, esenliğin ve barışın simgesi olur. Tufanın yok edici gücüne karşı direnen zeytin ağacı ise ölümsüzlüğün.
Hakimler Kitabı
((İbranice: Sefer Shoftim ספר שופטים) ilk olarak İbranice yazılmış bir İncil kitabıdır. Tanah’da ve Hıristiyanların Eski Ahit’in içinde yer alır.)

“Ağaçların Kralı.”
 
Hâkimler Kitabı’nda geçen bir öykü, ağaçların kendilerine kral seçmek için ilk olarak zeytin ağacına başvurduklarından bahseder: “Vaktiyle ağaçlar, kendilerine kral meshetmek için gittiler; ve zeytin ağacına dediler: Bize kral ol. Ve zeytin ağacı onlara dedi: Allah’ın ve insanın bende sena ettikleri (övdükleri) yağımı bırakayım ve ağaçlar üzerinde sallanmaya mı gideyim?” Zeytin ağacından “hayır” yanıtını alan ağaçlar, daha sonra incir ve asmaya giderler. Ancak incir ve asma da, aynı gerekçeyle kral olmayı reddederler. Hâkimler Kitabı’ndaki öyküden, ağaçların kendilerine kral olarak “kara çalıyı” seçtiklerini ve kara çalının da krallığı kabul ettiğini öğreniriz.

Eski Mısır
“Tanrıça İSİS’in meyvesi.”
Mısır inançları Mısırlıların zeytinyağı üretmeyi Yunanlılardan ve Filistinlilerden çok daha önce bildiğini öne sürer. Efsaneye göre bundan 6.000 yıl önce evlilik tanrıçası İsis Mısırlılara zeytin ağacı yetiştirmeyi ve ürünlerinden faydalanmayı öğretir.
Eski Mısırlılar zeytini ve bu kutsal meyvenin nasıl işleneceğini kendilerine tanrıça İsis’in öğrettiğine inanırlardı. İsis’in Nil’in suladığı bereketli Mısır topraklarının tanrıçası olması, bu inancın temelini oluşturuyordu.
Eski Mısır’da zeytin, tanrısal erdemlere eşlik ederdi. Firavun Tutankamon’un başındaki zeytin yapraklarıyla örülü taç, adaletin tacıydı. Çocuk denebilecek bir yaşta hayata veda eden Mısır’ın en çok bilinen firavunu Tutankamon’u zeytin dallarından yapılmış “adalet tacı” ile resmeden sayısız esere rastlamak mümkündür.

“Tanrı RA nın aydınlanma simgesi.”
 
Güneş Tanrısı Râ’ya, aydınlanmanın simgesi zeytin dallarını sunan III. Ramses (Milattan Önce 1198-1166), bundan duyduğu övüncü şu sözlerle dile getirmişti: “Senin şehrin Heliopolis’i zeytin ağaçlarıyla süsledim. O zeytin ağaçları ki, meyvelerinden halis zeytinyağı elde edilir. Bu zeytinyağı, senin tapınağını aydınlatan kandilleri besleyen yağdır.”
Mısır’da zeytin üretiminin yapıldığını ortaya koyan tarihi belgelerden biri de, Mısır’daki en eski firavun piramidi olan Sakkara’nın duvarlarında yer alıyor. Milattan Önce 2500 yılında inşa edilen bu piramidin duvarları, zeytin sıkma işlemini gösteren figürlerle süslü. Bu örneklere ek olarak belirtilmesi gereken bir diğer önemli bilgi de, Hayfa’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan zeytinyağı değirmeni. Yaklaşık Milattan Önce 4 binli yıllara ait olduğu sanılan bu değirmen, Mısır medeniyetinin yeşerdiği coğrafyada zeytini üretildiğini gösteren en eski tanık. Nitekim Eski Ahit bize, Mezopotamya’da yaşayan Sami ırkların zeytini günlük yaşamlarında yoğun olarak kullandıklarını tartışılmaz biçimde gösteriyor.

Eski Yunan
“Bereket ve barışı temsil eden tanrıça Athena’nın armağanıdır.”

Zeytinyağı ile ilgili en bilinen mitolojik hikaye Parthenon alınlığında bulunan kabartmalarda resmedilir. Öyküye göre, Atina şehrinin tanrısı bir zeytin dalı sayesinde belirlenir.
M.Ö.17.yy’da kurulan site devleti Atina’yı hangi tanrının koruyacağı tartışması gündeme gelince Zeus Tanrılar Meclisi’ni toplar. Alınan karara göre yeni kente en değerli armağanı veren tanrı veya tanrıça yarışmayı kazanıp Atina’nın koruyucusu olacaktır. Yarışı kazanmaya kararlı olan deniz tanrısı Poseidon denizden savaşlarda çok işe yarayacak bir at yaratır ve meclisin dikkatine sunar. At, neredeyse rüzgar kadar hızlı koşabilmesi ve güçlü görünümüyle gerçekten göz kamaştırıcıdır. Akıl, bilim ve sanat tanrıçası Pallas Athena’nın hediyesi ise bir zeytin dalıdır. Bu ağaç büyüyüp yüz yıllarca yaşayacaktır. Ağacın meyvesinden, lezzetli yemekler hazırlanmasına yardımcı olacak sağlıklı bir sıvı elde edilecektir. Bu sıvı yaraları iyileştirecek, geceleri aydınlık saçacak, sıcak havalarda gölgesiyle insanları kucaklacak, odunuyla onları ısıtacaktır. Yarışın galibi Athena olur. Ağaç Akropolis’e dikilir. Barışın sembolü zeytin ağacı yerleşik kültürün ve bereketin de temsilcisi olmuştur artık.
 

Bir süre sonra ise Poseidon’un Atina’ya hakim olamamasını hınçla karşılayan oğlu Halirrothios, hediye edilen zeytin ağacını kesmek için elindeki baltayı sallar fakat büyülü bir şekilde balta ters döner ve Halirrothios’un kafasını keser…

“Bilgelik ve zaferdir.”

Athena, Zeus’un hem kızı hem de en yakınındaki ilâhedir ve bu nedenle imtiyazlıdır. Atina kenti ise Olympos hiyerarşisinin en temel merkezidir, pay-i tahttır. Zeytin, bekâreti ve arılığı temsil eder. Eski Yunan’da, zeytini yalnızca bâkireler toplayabilirdi. Bâkire olmayanlar bu meyveye el süremezlerdi. Zeytin bu denli kutsanmıştır. Athena da bâkiredir ve arılığı temsil eder. Sistemin ona biçtiği rol, bekâreti temsil etmesidir. O nedenle, Athena ilk zeytin ağacını yeşertir. Yine Kadim Yunan’da ĺncir (σύκα : Sikas) ve Buğday (σιτάρι : Sitari) da kutsal bâkireliği temsil ederler. Kur’an-ı Kerim’de de Allah, Zeytin’e ve İncir’e yemin etmektedir (Vettini Vezzeytuni).
Poseidon kültü çok eskidir. Miken imparatorluğuna ait vazolarda ve Miken dilinde Poseidon’un ismine rastlanır. Aynı zamanda karmaşık bir ilâhtır da Poseidon; bir yandan çetelerin ve canavarların sorumlusuyken diğer yandan Theseus gibi bir kahramanın da babasıdır. Hem denizlerin ve okyanusların ilâhı hem de yeraltı derinliklerinin ilâhıdır.

“Kutsal bir aileden gelmiş olmanın en önemli işareti bir zeytin ağacının altında doğmuş olmaktır.”
Bu efsane, Antik Yunan’da zeytin ve zeytin ağacının kutsallığını gösteren kanıtlardan yalnızca biridir. Antik Yunanlılar’a göre, kutsal bir aileden gelmiş olmanın en önemli işareti bir zeytin ağacının altında doğmuş olmaktır. Bunun dışında M.Ö. 8’inci yüzyılda yaşadığı sanılan Homeros’un kaleme aldığı destanlar, zeytin ağacı ve zeytinyağına ilişkin zengin tasvirler ve benzetmelerle süslüdür
Bu kutsal ağaç tüm mitolojilerde ölümsüzlüğün simgesidir. Bugün Anadolu’nun Ege kıyılarını ziyaret eden yolcu, Homeros’unda gölgesinde oturduğu zeytin ağaçlarının altında dinlenebilir ve bu yaşlı bilge ağacın kulağına şöyle fısıldadığını duyabilir:

‘Herkese aidim ve kimseye ait değilim, siz gelmeden öncede buradaydım, siz gittikten sonrada burada olacağım.’

Gerçekten de öyle oldu. Zeytin ağacı tarih boyunca gölgesiyle, odunuyla, meyvesiyle ve eşsiz yağıyla; toplumlara, insanlara hayat ve güç veren bir meta oldu…

“Tarihteki bilinen ilk zeytin koruma kanunu : Solon Kanunları.”

Antik Yunan’da yedi bilgeden biri kabul edilen Solon’un koyduğu kanunlarla zeytin ağacı kesenlere ağır cezalar uygulanmıştır. Bu, tarihteki bilinen ilk zeytin koruma kanunudur. Tıp biliminin kurucusu sayılan Hipokrat, yıkanamayanlara, hiç olmazsa zeytinyağıyla vücutlarını ovmalarını önerir. Gimnazyumda spor yapan atletler, kaslarını parlatıp yumuşatmak için zeytinyağı kullanırlar. Her ne kadar meşale kullanılmaya başlamışsa da, zeytinyağıyla yanan kandiller, evlerin vazgeçilmez eşyasıdır. Olimpiyat kahramanları, zeytin dalından taçlarla onurlandırılır. Keza Panathenaia Şenlikleri’nde birinci olan araba sürücüleri sadece zafer değil, Akropolis’teki kutsal zeytin ağaçlarından üretilen zeytinyağı da kazanırlar. Antik Yunan’da günlük beslenmenin en değerli parçası zeytinyağı ve zeytindir.

“Ölümsüzlüktür.”

Zeytin efsaneleri anlatmakla bitmez. Başka bir efsaneye göre ise savaşçılar tarafından korunan bu ağaç, M.Ö.480’deki Pers işgalinde Akropolis’le birlikte yakılır. İşgalden sonra Akropolis yıkıntıları arasında kalan zeytin ağacı filizlenir, yeniden canlanır ve sürgünleri tüm Yunanistan’a ekilir. Bu nedenle olmalı bütün zeytin ağaçlarının, Athena’nın yarattığı bu ilk zeytin ağacından çoğaldığı söylenir.

Roma

“Tanrıça Minerva da bu değerli meyveyi Romalılara sunmuştur.”

Ekonomik değeri ve günlük yaşamda çoklu kullanım olanağına bağlı olarak tarihi boyunca insanlar tarafından büyük ilgi gören zeytin, birçok kültürde bütüncül bir rol oynamış ve tabii ki Akdeniz ekonomisinin gelişmesine de önemli katkılar sağlamıştır. Özellikle, zeytin tarımını yayan ve yağ üretim tekniklerini de geliştiren Roma İmparatorluğu’nun güçlenmesinde zeytinyağı ticaretinin etkisi büyük olmuştur.

 Anadolu 
“Anadolu’nun adı bile geçmez.”

Ne yazıktır ki, zeytin ağacı ve zeytin kültür tarihine ilişkin yapılan çalışmaların hiç birinde Anadolu’nun adı bile geçmez. Ön Asya ise, üstünkörü birkaç sözle geçiştirilir. Oysa zeytin ağacı ve zeytin kültüründen söz açıldığında, Anadolu’dan bahsetmemek olmaz.
Ülkemizde zengin tarihsel geçmişi ile kandillerde, yemeklerde, sabunculukta, şifa kaynağı olarak yaygın şekilde kullanmış olan zeytin ve zeytinyağı Anadolu’nun kültürel zenginlikleri arasında özel bir yere sahiptir.

“Aslında, zeytin kültüründe, Anadolu coğrafya olarak hep vardır.”
 
 

Aslında, zeytin kültüründe, Anadolu coğrafya olarak hep vardır. Ön planda görünen ise Ege’nin karşı yakasıdır. Çünkü Homeros’un (Grekçe: Ὅμηρος, Hómēros) Batı Medeniyeti’ndeki tartışmasız ağırlığından ötürü, zeytin kültürünün merkezine sürekli olarak Antik Yunan yerleştirilir. Ve Helen Medeniyeti’nin sadece Ege’nin karşı kıyısını değil, Anadolu coğrafyasını da kapsadığı unutulur.
Milet‘in (Milet:(Klasik Yunanca: Μίλητος, Milētos ve Latince Miletus) Anadolu’nun batısında, Ege bölgesinde (klasik adı Meander olan) Büyük Menderes Nehrinin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir antik liman şehridir. Şimdi Aydın’ın Söke İlçesi’nde Akkoyun’un 5km. kuzeyinde ve Balat köyü yakınında bir harebe halinde olup limanı Büyük Menderes tarafından doldurulduğu için yaklaşık 10km denizden içeride bir mevkidedir),

Efes’in (Efes:(Yunanca:Ἔφεσος Ephesos) Anadolu’nun batı kıyısında, bugünkü İzmir ilinin Selçuk ilçesi sınırları içerisinde bulunan, daha sonra önemli bir Roma kenti olan antik bir Yunan kentiydi. Klasik Yunan döneminde İyonya’nın on iki şehrinden biriydi. Kuruluşu Cilalı Taş Devri MÖ 6000 yıllarına dayanır.),

Foça‘nın (Foça: İzmir’in kuzeyinde yer alan bir sahil ilçesidir. Kent Antik Çağda bir İyon yerleşimi olarak ortaya çıktığında civar denizde yaşayan foklardan dolayı Phokaia adını almış, sözcük günümüze Foça olarak gelmiştir.),

Klazomenai‘nin (Klazomenai: İzmir Körfezi’nin güney sahil şeridi üzerinde, İzmir’in 38 km batısında, Urla belediyesi sınırları içinde bulunan tarihi İyonya kenti. Oniki İyonya kenti arasında anılır.),

Erythrai’nin (Ildırı: İzmir’in ilçesi Çeşme’nin 20 km. kuzey doğusunda uç kısımda yer alan, adını verdiği körfeze bakan bir turistik yerleşimdir.Ildırı köyünün antik dönemdeki adı Erythrai’dir. Erythrai sözcüğünün Yunanca’da “kırmızı” anlamına gelen Erythros’tan türediği, kent toprağını kırmızı renginden dolayı Erythra’nin “Kızıl Kent” anlamında kullanıldığı sanılmaktadır. Bir başka varsayıma göre ise kent adını ilk kurucu Giritli Rhadamanthes’in oğlu Erythros’tan almıştır.),

Assos‘un (Assos: (Grekçe: Άσσος, günümüzde Behramkale), Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinde, Edremit Körfezi’nin kıyısında yer alan bir antik kent. Tarih boyunca Yunan, Makedon, Pers dönemlerinde yerleşim gören bölge Orta Çağ’da terk edilmiştir. Assos, Paylus tarafından ziyaret edilmiştir ve kent bu nedenle Hıristiyanlarca kutsal olarak kabul edilir. MÖ 900’lerde kurulan bu kentin en gözalıcı yeri en tepesine yapılmış olan, Dorik yapılı, Athena Tapınağı’dır.),
Anadolu’da olduğu ihmal edilir.

Ezoterik
(Ezoterizm: Bir konudaki derin bilgilerin ve sırların ehil olmayanlardan gizlenerek, bir üstad tarafından sadece ehil olanlara inisiyasyon yoluyla öğretilmesidir. Ezoterizm bir din veya bir inanç sistemi değildir.)

“Arınma ve Kutsanma.”

Bugün zeytin ile ilgili elimizde bulunan belgelere bakıldığı zaman, zeytinyağının ağırlıklı olarak dini ayinlerde arınma ve kutsama maksadıyla kullanıldığı göze çarpıyor. Eski Mısır ayinleri, antik Yunan’da yapılan Eloisis şenlikleri bunun en belirgin örnekleri. Bugün bile, kimi ezoterik (batınî: Bâtınîlik ya da Bâtın’îyye (Arapça: الباطنية‎, El-Bāṭiniyyeh); Ayet ve Hadislerin ilk görünür anlamlarının dışında ve daha derinde gerçek anlamları bulunduğu, bu anlamları ancak Tanrı ile ilişki kurabilen masum imamların bilebileceği görüşünü savunan fırkaların ortak adıdır. Yani İslam dünyasında, Kur’an Ayetlerinin görünen mânâlarının yanı sıra gizli anlamlarının da olduğunu ileri sürerek ayetleri buna göre yorumlayan akıma Bâtınîlik, bu akımın düşüncesini benimseyen kişiye de Bâtınî denir.) toplulukların ritüellerinde zeytinyağının bulunması, belki de bu yüzden. Eski metinler incelendiğinde, zeytinyağının diğer bir kullanım amacının da günlük vücut temizliği olduğu dikkat çekiyor.
 
“Mükemmel dünyanın ağacı.”

İnsanlar için zeytin ağacı kutsaldır. Onu Yehova’nın en değerli armağanı olarak düşünürler. Zeytin ağacının kutsallığı onlardan Araplara ve İslam’a aktarılmıştır. Zeytin ağacı mükemmel Dünya’nın ağacı, onun merkezi ve destek sütunudur.

“Güzellik iksiri.”

Beslenmede, eczacılıkta ve güzellik iksiri olarak yaygın bir şekilde kullanılan zeytin ağacı akıl ve zaferin, zeytin dalı barışın, zeytinyağı da saflık ve sadeliğin sembolü olmuştur.
Zeytinyağı ayrıca “huzur”, “bereket”, “yardımseverlik”, “evrensel iyilik” “barış ve birliktelik” kavramlarının simgesi olarak da benimsenmiştir.

Antik çağda yeşil zeytin dalı, diğer yeşil bitkiler gibi “Ölümsüzlük ve Yeniden Doğuş” simgesi sayılmıştır.

Kutsal Kitaplar

Medeni dünyanın ilgisini çok az şey zeytin ve zeytinyağı kadar çekebilmiştir. Geçmişi günümüzden 10 bin yıl öncesine dayanan zeytin, birçok efsanenin de kaynağı olmuştur. Yunanlı sporculardan, azizlere ve ilk hekimlere kadar eski tarihin tanrı ve tanrıçaları tarafından kutsal sayıldı zeytin.
Tüm semavi dinlerde adı geçen 5 meyve vardır!

Zeytin, İncir, Hurma, Üzüm ve Nar…
Zeytinyağı; Allah’ın bütün kutsal kitaplarında anılır.
Tevrat ve İncil de Zeytin kelimesi 140 kez geçer,

Kuran-ı Kerim de Zeytin kelimesi 4 Surede 6 kez geçer. (Tin Suresi, Nur suresi, En’am suresi, Nahl Suresi)
Kudüs’ün doğusunda kalan “Zeytinlik Dağı” da üç semavi din olan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık için kutsal sayılır.

Eski Ahid’de

”Ve onlara diyeceksin: Bu nesiller buyunca bana kutsal mesh yağı olacaktır.”(Eski Ahid; Çıkış, 30:31).
Mesih;”Kutsal yağda meshedilmiş” anlamına gelir. Bu gün batı dillerinin tamamında değişik söyleyişleri olan ”oil” kelimesi, Eski Yunanca’da zeytin ağacı anlamına gelen ”eleia” kelimesinden türemiştir. Elez ise eski İyon dilinde zeytin anlamına gelmektedir. Kısacası yağ demek zeytinyağı demektir. Bedene sağlık katar zeytinyağı; dünyaya gözlerini açmış bir bebeğe tanrısal kutsallığı taşır.

Hakimler Kitabı’nda;

Zeytinin yararlılığını yücelten sözlere rastlanmaktadır. Efsanelerden biri de yazımızın ilk satırlarında bahsettiğimiz “Zeytin ağacının krallık” efsanesidir.

Tevrat’ta;

Hz. Davut kendisini bir zeytin ağacına benzetir “Fakat ben Allah’ın evinde yeşil zeytin ağacı gibiyim; Daima ve ebediyen Allah’ın inayetine güvenirim”. (Mezmurlar 52:8)
Musevilerin zeytin ağacını kutsal olarak benimsemesi zeytin ağacının Tevrat’ta çok kere iyi şekilde anılmasından ileri gelmektedir.

Zekerya Bap 4:11-14’te zeytin ağaçları tanrının yanında yer alan mesholunmuş ağaçlar olarak tanımlanır: “Ve cevap verip ona dedim: şamdanın sağında ve solunda bu iki zeytin ağacı nedir? Ve yine ona cevap verip dedim: iki altın oluğun yanında olan ve kendiliklerinden altın gibi yağ akıtan bu iki zeytin dalı nedir? Ve bana söyleyip dedi: Bunlar nedir biliyor musun? Ve dedim: Hayır, efendim. Ve dedi: Bunlar mesholunmuş o ikilerdir ki, bütün dünyanın Rabbi yanında durmaktadırlar.”

İncil’de;

Hıristiyanlık açısından zeytin dalı taşıyan güvercin, ölenlerin ruhlarını gagasıyla Allah’a taşıyan bir vasıta olarak yorumlanır.

Pavlos’un Romalılara mektubunda İsa Zeytin Ağacını bir benzetme aracı olarak kullanmıştır. “…Eğer kök kutsalsa dallar da kutsaldır. Ama iyi cins zeytin ağacının kimi dalları budandıysa ve sen yabani bir zeytinken onların arasına aşılanıp, onlarla birlikte ağacın yaşam sağlayan özüne ortak oldunsa sakın önceki dallara karşı böbürlenme!

Sen yabanıl zeytin ağacından kesilip doğaya aykırı olarak iyi cins zeytin ağacına aşılandınsa, iyi cins ağaçtan budanan dallar ne denli kolaylıkla kendi ağaçlarına aşılanacaklardır! (Romalılara mektup 11:16-24)

Kudüs’te Zeytindağı’nın batı eteklerinde bulunan Cetsımani adında bir zeytinlik vardır. Burası Hz. İsa’nın sıkça uğradığı Kidron vadisinin yakınlarındadır. Suyu gür akan çeşmeleri, geniş ve güzel yolları olan bu bahçede tarihi 8 zeytin ağacı bulunmaktadır ve bölge halkı bu ağaçların Mesih döneminden kaldığına inanırlar. Zahitler bu ağaçlardan topladıkları zeytinlerin çekirdeklerini ipe dizerek tespih yaparlar. Bir inanışa göre Hz. İsa Romalı askerlere bu zeytinlikte yakalanmıştır. Pek çok insan sıkıntıya düştüğünde Cetsımani’ye sığınarak dua eder ve burada huzur bulacağına inanır.

Kur’an-ı Kerim’de;

Nur Suresi’nde; zeytin şöyle geçmektedir: “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. ” der (Nur suresi 35. Ayet).

Tin Suresi’nde; “İncire ve Zeytine ant olsun”. Tin Suresi insan yaradılışının Ahsen-i Takvim sırrını açıklaması yönünden anlamlıdır. Bazı yorumculara göre de Tin; İncir ağacını anlatır. Ayetin Batıni yorumunda incir çekirdeğinin erkeğin üreme hücresini, zeytinin kadının yumurta hücresini simgelediği varsayılır.

En’am Suresi’nde; Ayet 99. O gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler, -hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: (Herbiri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı. Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir topluluk için (Allah’ın varlığını gösteren) ibretler vardır.

Nahl Suresi’nde; “Sizin için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır.” (Nahl Suresi, 10–11)

Kısa, Kısa, Kısa…

Dünya üzerinde yetişen ağaçların ilkidir.
Yunan mitolojisinde tanrıça Athena’nın hayatını sürdürebilmesi için zeytin ağacını sürekli görmesi gerekiyordu.  Kimi tanrıların da zeytin ağacının altında doğması gerekiyordu.
Sezar başında zeytin ağaçlarından yapılmış taçla halkın karşısına çıkar.
Uzun süre Olimpiyatlarda kazanan kişiye zeytin dalından yapılmış taç takılırmış.
Herkül’ün silahı zeytin ağacındandır.
Zeytin ağacına zarar verenler ölümle cezalandırılırdı.
Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği haç zeytin ağacındandır.
Hz Davut, Abuşalomdan kaçarken Kudüs’ün doğusundaki zeytinlik dağının yamaçlarına tırmanmıştır.
Eski Yunan’da kutsal ağaç olarak kabul edilip zeytin tarımının sadece iyi ve dürüst insanlar tarafından yapılmasına izin verilmekteydi.
Zeytin ağacına zarar verenler ölümle cezalandırılmaktaydı.
Zeytinyağının dinsel törenlerin kutsal lambalarında yakılmaktaydı.
Kralların ve yeni doğan bebeklerin kutsanmasında kullanılmaktaydı.
Zeytin ağacı akıl ve zaferin, zeytin dalı barışın, zeytinyağı da saflık ve sadeliğin sembolü sayılmaktaydı.

KAYNAKLAR
Bitki Mitosları – Deniz GEZGİN
Dünya İnançları Sözlüğü – Orhan HANÇERLİOĞLU
Ölmez Ağacın peşinde – Artun ÜNSAL
M. Flora – Tamer AYAN
http://tr.wikipedia.org
http://www.zae.gov.tr/
http://www.diyanet.gov.tr/
http://www.kuranmeali.org
http://abidintatli.com.tr/
http://www.slideshare.net/guest6048ba/bazibitkilerin-mitolojideki-yeri
http://bakirkoy.aktiffelsefe.org/?q=content/a%C4%9Fa%C3%A7-sembolojisi
http://www.yesilist.com/cms.php?id=130&u=mitolojik-bitkiler
http://www.mitoloji.gen.tr/etiket/yunan-mitolojisinde-athena
http://www.elez.com.tr/index.php?route=product/category&path=53_55
http://mikodoni.blogspot.com/2009/03/mitolojide-ve-bircok-efsanede-ad-gecen.html
http://www.ekodosd.org
http://www.aytv.com.tr/haberler/2012/11/18/ANTIK_DONEM_ZEYTINYAGI_ISLIKLERI—_6824.htm
http://www.oocities.org/
http://www.milasbilgi.com/zeytincilik/
http://www.definelerim.com/mitoloji-de-zeytin-agaci-t1957.html
http://www.agaclar.net

Read More »»

7 Aralık 2021 Salı

Oyun Artık 'İ-çocuklar'ın İstediği Gibi Oynanacak

. 7 Aralık 2021 Salı
0 yorum

 Z kuşağı çocukları 2020 yılında tüketicilerin neredeyse yarısını oluşturuyor.

Z kuşağı çocukları ile pek çok kavram hayatımıza girdi. Selfie, akıllı uygulamalar, sosyal medya, bulut kavramı, teknoloji bağımlı çocuklar ve benim tabirim ile “İçocuk” lar hayatın içinde ve onlar hayatı yönlendiriyor.

Her an yeni bir trend hayatın içine dahil oluyor. Ancak hala daha ne olursa olsun gıda trendleri yaşam için çok önemli. Gıda trendleri ile içocuklar artık iç içe. Tarım ve gıda endüstrisi artık içocukların pazarlamadaki önemini kabul etmiş durumda. Ve hatta tarım ve gıda sektörü de yeniçağa adapte olmuş bu çocukların sunduğu muazzam fırsatların ve zorlukların farkında olarak hareket etmeye çalışıyor.

Çocuklar yemek kültürü ile iç içe. Yiyeceklerin sağlıklı ve uzun yaşamı nasıl etkilediğinin çok farkındalar. Ancak bu içocukların da kendilerince bir satın alama modelleri var. Bölgelere göre değişmekle birlikte harcama eğilimleri de çok özel. Gıda harcaması içocukların neredeyse harcamalarının dörtte birine denk geliyor.

Organik ve GDO’suz yiyecek ve içeceklerin tüketim oranı içocuklar da çok yüksek. Özgünlük, tazelik ve saflık bekliyorlar. Her ne kadar ebeveynleri bu özelliklerini tam olarak fark edemese de hayvan refahı, adil ticaret, sürdürülebilirlik, etik kurallar, çevresel konular ve adil ve güvenilir gıda onları tanımlayan önemli özellikleri.

Pizza ve hamburger yıllara ve gelişmelere meydan okumayı başarabilmişse de lise sonrasında bitki bazlı gıdaları tüketimleri iki katına çıkıyor.

Gıdada da giyimde olduğu gibi farklı kombinasyonları seviyorlar. Bunu bir tarz olarak yaşamlarına dahil ediyorlar.

İlginç bir şekilde aşkta maceradan uzaklaşırken yemekte maceraya yöneliyorlar. Yemekte eğlence ve lezzet vazgeçilmezleri arasında. Baharat mutfaklarında önemli yer tutuyor.

Dışarıdaki yemeklerinde iyi fırsatlar onlar için önemlidir. “İyi gıda iyi para” içocuklar için önemli.

İçocuklar mutfağı da seviyor, yemek yapmayı da. İyi yemek yapmak için çaba harcamaktan çekinmiyorlar. Tek başlarına yemek yemekten de sıkılmıyorlar. Ancak sanıyorum yine de günün önemli öğünü olarak akşam yemeğinde yanlarında sevdiklerini istiyorlar.

YouTube ve diğer çevrim içi kaynakları iyi takip ederek iyi yemek yapma becerilerini de geliştiriyorlar.

Sanal dünyaya bağımlı olan İçocuklar her an bağlantı halindedirler. Yolda, okulda, işte, otobüs beklerken, yemek yerken, tuvalette… her yerde.

İnternetsiz bir hayat onlar için gıdasız bir hayata benziyor. Her ne kadar konuşmadan önce parmakları ile tableti kullanmayı öğrenen ve beceren bu içocuklar topluluk duygusunu da bir şekilde kaybetmiyorlar.

Değerlerini paylaşıyor ve bu değerlerini kendi kişisel markalarına dahil etmelerine yardımcı olabilecek başkaları ile etkileşime girmeyi seviyorlar.


Görsellik onlar için önemli. Hatta; hızlıca anlaşmak ve kendilerini ifade etmek için yazıdan daha önemli. Hikaye onlar için olmazsa olmaz. Hikayeyi yaşamlarının içinde her anına sokabilirler. Geniş kitlelerle temasta olmak onlar için önemli. Ne kadar çok çevre o kadar çok güç demek olduğunu çok iyi biliyorlar.

İçocuklardan kısaca bahsettikten sonra artık günümüzde tarım ve gıda sektörünün içocukları etkilemesi gerektiğinin farkına varması gerekiyor. İçocukların ve onların isteklerinin olmadığı hiçbir şey günümüzde yaşayamaz.

Oyun artık içocukların istediği gibi oynanmak zorunda. İçocuklardan oluşan topluluklar ve onların hayata bakışları markaları şaha kaldırmak için gerekli ateşleyici güç.

İçocuklar artık çok yakın bir zamanda politika kararlarını da verme pozisyonunda olacaklar.

Böylece tarım, gıda ve politika tamamen içocukların eline geçecek.

Türk tarımı ve gıda sektörü ile Türk politikası dilerim geç olmadan İçocukların farkına varabilir.

KAYNAK: https://www.yenibakis.com.tr/yazarlar/bilge-keykubat/oyun-artik-icocuklar-in-istedigi-gibi-oynanacak/942/

İnstagram : https://www.instagram.com/bilgekeykubat/

Linkedin : https://www.linkedin.com/in/bilge-keykubat-49351117/

Twitter   : https://twitter.com/bilgekeykubat

Read More »»

6 Aralık 2021 Pazartesi

Çam Süsleme Geleneği ve Nardugan

. 6 Aralık 2021 Pazartesi
0 yorum

 

Tüm dünyada Hıristiyan alemi her yıl 25 Aralık tarihinde İsa’nın doğumunu Noel adı altında, bayramla kutlar.

Not: Bu yazı ilk olarak Apelasyon E-Dergi Ocak 2015 sayısında yayınlanmıştır.

 

Tüm dünyada Hıristiyan alemi her yıl 25 Aralık tarihinde İsa’nın doğumunu Noel adı altında, bayramla kutlar.

Bu doğuş bayramı, Kutsal Doğuş veya Milat Yortusu olarak da bilinir. 20. Yüzyılın başlarından itibaren dini motiflerden arınmış bir şekilde, hediye alışverişi üzerinde yoğunlaşan Noel, Hıristiyan olmayanlar tarafından da kutlanmaya başlamıştır.

Noel kutlamalarının saf dini inanca sonradan katılan bir bidat olduğu iddia edilir. Bu iddialara göre Antik çağlardan beri kutlana gelen Pagan Kış Festivalleri ile Roma’da yayılmış Mitraizm’in kış festivalleri olan Yule ve Saturnalia’daki uygulamalar Noel’in kökenini teşkil etmektedir.


Roma imparatorluğunda 25 Aralık Güneş Tanrısının doğum günü olarak kabul ediliyordu. Roma Halkının da Hıristiyanlığı kabul etmeden öncesinde büyük oranda Putperest olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlığa 300 yıl karşı gelen Roma İmparatorluğu, İmparator Büyük Konstantin ile M.S. 313 yılında Hıristiyanlığı kabul etti. I.Constantinus’un kutsal Pazar günü, İsis modeli Meryem Ana vb. pagan gelenekleri gibi Güneş Gününü de toplumda barışı korumak ve karma bir din oluşturmak adına Hıristiyanlığa adapte ettirdiği ve İsa’nın doğum günü olarak kabul ettirdiği iddia edilir.

Günümüzde Noel kutlamaları Hıristiyan ülkelerde olduğu kadar tüm dünyada çok renkli geçer. Bir süre öncesinde hazırlıklar başlar. Noel ağaçları ve evler süslenmeye başlar, hediyeler alınır. Noel şenliklerinde ışık ve süslerle donatılan Çam ağacına Noel Ağacı denir.


Günümüzdeki araştırmalar Noel ağacının Pagan geleneklerinden gelen bir ritüel olduğunu göstermektedir.

Paganizm; kökenleri dünyanın kadim doğa dinlerine uzanan bir inanç biçimi ve bu dinlerin genel adıdır. Son zamanlardaki araştırmalar da göstermektedir ki, yüzyıllardır Hıristiyanlarca Hz. İsa’nın doğumu olarak kutlanan “Noel Bayramı” biçimsel özellikleri bakımından eski Türkler’in yeniden doğuş bayramı olan “Nardugan”a çok benzerlik göstermektedir.

Nardugan, Öz Türkler’de ve İslama kadar olan Türkler ile Sümerler’de aynı adla anılan yeni yıl bayramıdır. Her yıl 22 Aralık’tan sonra gelen ilk dolunayda kutlanır. Bunun sebebi ise Türkler’in eski inanışına göre gece ile gündüz sürekli savaşırlar ve 21 Aralık günü en uzun gecedir ve ardından günler uzamaya başlar. Bu yüzden 22 Aralık günü Türkler için çok önemlidir. Bu günü takiben (Ay yılı esasına dayalı bir takvim kullandıkları için) ilk dolunayın çıktığı ilk gün yeni yılın ilk günüdür.


Türklerin tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir Akçam Ağacı bulunuyordu. Bu yerin göbeğinden göğe kadar yükselen bir ağaç... Bir ucunda da Gök Tanrısı (Ülgen) bulunuyordu. Buna hayat ağacı denirdi. Bu ağacı motif olarak Türklere ait bütün halı, kilim ve işlemelerde görebiliriz. Çam Ağacı ilk çağlardan itibaren Türkler için mukaddes ağaç sayılmıştır. Onu evlerine almışlar, onun şerefine, insanların putlara taptıkları zamanlarda 3-4 bin yıl önce bayramlar düzenlemişlerdir.

 

Bayram önceleri dünyanın merkezinde,

tanrıların ve ruhların dinlendikleri yerde yaşayan

Yer-Su’ya adanmış.

 

Yer-Su’nun yanında, gür beyaz sakallı bir ihtiyar olan Ülgen bulunurdu. İnsanlar onu daima zengin kırmızı kaftan içinde gördüler. Ülgen aydınlık ruhların reisi idi. O, altın kapıları olan altın yeraltı sarayında, altın bir taht üzerinde oturmaktaydı. Güneş ve ay ona itaat ederlerdi. Sözde, gün ile gece sürekli tartışma halindedir. İnanca göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta da gece gündüzle savaşır ve güneş yeniden dünyayı fazla olarak aydınlatmaya başlar. Yani Türkler’in “Göktanrısı” gün ile geceyi tanzim eder. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanır. Güneşin zaferi “Yeniden Doğuş Bayramı” olarak kutlanan bu günde, Türkler ölümsüzlüğün simgesi olan ve Türk Mitolojisine göre tüm insanların türediği ağaç olan “Akçam Ağaçları”nı süsler, altında geleneksel oyunlar oynar ve Kopuz eşliğinde şarkılar söyler, eğlenceler düzenlerlerdi. Çamın etrafında bir halka oyunu oynarlarmış. İnsanlar güneşi sembolize eden daireye katılırlarmış. Böylece, semavi ışık vereni (güneşi) geri dönmeye çağırırlarmış. Ayrıca Türkler duaları Tanrıya gitsin diye, Türkistan’da yetişen Akçamı getirip evlerine koyup ağacın altına hediyeler koyar, dallarına kurdeleler bağlar o yıl için dilekler dilerlerdi. Bu bayram için evler temizlenip, güzel giysiler giyilip, aile bireyleri bir araya gelerek, yaş ve kuru meyveler, şekerlemeler yerlermiş. Bu gelenek ömrü çoğaltır, uğur getirirmiş. Bütün bu dualara, oyunlara, hediyelere, süslemelere Ülgen de hiç red cevabı vermemiş, bayramdan sonra gece daima kısalmış, Güneş ise hep gök yüzünde daha uzun kalmış.

Güneşin yeniden doğuşu yeni bir doğum olarak algılanmaktadır.

Bu geleneğin yine anayurtları Orta Asya olan ve türlü nedenlerle Mezopotamya’ya göçen Sümerler’e Türklerden geçtiği, oradan da Anadolu aracılığı ile Eski Roma’ya geldiği ve günümüze kadar gelip günümüzdeki 1 Ocak yılbaşının temelini oluşturduğu sanılmaktadır.

Ayrıca sözbiçim olarak Türklerdeki Paktıgan ve Koçagan bayramlarıyla da uyumludur. Gün dönümüne dayalı bayramlarda böyle üçlü bir silsile oluşmaktadır. Nar sözcüğü güneş anlamına gelir. Dugan ise dogmatik fiili ile bağlantılıdır. Nardugan kelimesi Moğol dilindeki “nar” (güneş), Türk dilindeki “tugan” (doğan) sözcüklerinden oluşmuştur. Tatarlar bu bayrama “Koyaş Tuğa” yani “Güneş Doğan” günü derler.

Hıristiyanlıkta Ağaç süsleme ise 16. YY. da Almanya da başlamış, daha sonra da Fransa’ya geçip  Oradan da tüm dünyaya yayılmıştır.

İnstagram : https://www.instagram.com/bilgekeykubat/

Linkedin : https://www.linkedin.com/in/bilge-keykubat-49351117/

Twitter   : https://twitter.com/bilgekeykubat

Read More »»
 

Ziyaretçi Saysı

iletişim