24 Ekim 2009 Cumartesi

Bir Duygunun Yalvarışını Görüyorum

. 24 Ekim 2009 Cumartesi
0 yorum

Bir duygunun yalvarışını görüyorum karanlığın içinde,
Sessiz ama arzulu bir şekilde.
Gözleri endişeli, boynunu bükmüş,
Ürkek davarnışları arkasına sığınmış bir duygu.
Öyleki ağlarcasına, isyankar tavırları ile
Hayattan bıktığını belli ediyor.
Kaçamak bakışları ile insanı süzüyor soyarcasına.
Gözlerinin gitgide buğulandığını,
Sesinin gitgide titrediğini
Ve yavaş yavaş kalbinden itibaren yok olduğunu görüyorum.
Görüyorum, içindeki hüznü ve yılgınlığı
Ve her şeyin yanında birazcıkta olsa arzuyu.
Git gide yok ediyor, kendini ve dünyasını.
Azalıyor anlar geçtikçe alevi ve gücü.
İstekleri, ideolojileri bile ölüp gidiyor.
Görüyorum ve biliyorum bunu istemediğini.
Bu kalleş ve adi dünyayı gene de sevdiğini
Ve düzeltmeye çalıştığını.
Elveda sesisz ama istekli duygu,
Elveda seven ve sevilen her şey.

(Canım vatanıma)

Bilge Keykubat
Ekim 2009

Read More »»

3 Eylül 2009 Perşembe

Sosyal Paylaşımlar

. 3 Eylül 2009 Perşembe
0 yorum

Türkiye’de her şeyde olduğu gibi adım attığımız yerden bir sosyal paylaşım grubu veya bir siyasi parti çıkıveriyor. Üç kişi birleşip bir dernek bir kulüp kuruveriyor. Adım attığımız yerden mantar gibi çıkan bu sosyal paylaşım grupları da gene mantar gibi ortaya çıkan partilerimize ve dolayısıyla Türkiye’miz Politikasına tabiri caizse “Politikacı Yetiştirme Kurumu” olmuş durumda.

Aslında haksız da sayılmazlar çünkü, derneklerimiz, vakıflarımız, odalarımız ve kulüplerimiz üye sayıları itibari ile Türkiye’mizde epey söz hakkına sahipler.

Bizim sözümüz gerçekten devletine, milletine, bulunduğu yere faydalı olanlara ve bir şeyler başarmaya çalışanlara değil, bizim lafımız sadece Türkiye Cumhuriyeti içinde görüntü kirliliği yapan sosyal paylaşım gruplarına!

Tarih boyunca kurulan bütün Türk Devletlerinde olduğu gibi, bizim zayıf yanımız çok sesliliği, çok başlılığı kötüye yorumlayıp parçalanmaya doğru gitmek! Birlik beraberliğe, bütünlüğe, kaynaşmaya ihtiyacımız olduğu şu günlerde bu sosyal paylaşım gruplarına epey görev düşüyor! Sosyal paylaşım grupları günümüz koşullarında sosyal çıkar gruplarına dönüşüveriyor ona bir ölçü izin verilebilir ancak bu gruplar, sosyal parçalanma ağına dönüşürse durumumuz gerçekten vahim!

Read More »»

25 Ağustos 2009 Salı

Pembe Domates Ağı

. 25 Ağustos 2009 Salı
0 yorum

İnternette dolaşırken bir site buldum. “Pembe Domates Ağı”. İsmi gerçekten ilginçti. Okumaya başladım. Okudukça çocukluğum aklıma geldi. Hiç burnumdan kaybolmayan mis gibi domates kokusu! Uzun yıllardır kolay kolay duyamadığım koku. Şu anki çocukların pek alışık olmadığı koku ve tat.

Sevgili dostlar öyle bir ağ kurmuşlar ki, o tadı ve kokuyu alanın ağa katılmamasının imkansız olduğu bir ağ. Bu ağ bir arkadaş bulma, sevgili bulma ağı değil! Bu ağ doğa aşığı bulma, sevgi dolu insan bulma, o kukuyu ve tadı tatmış insan bulma ağı. Tabi ki o kukuya ve tada ulaşma ağı.

Sabah kahvaltısında pembe domatesleri küçük küçük doğrayıp üstüne zeytinyağı, kırmızı biber ve karacaotlu peynir dökerek yediğinde alabileceğin tadı; pespembe domateslerle yapılmış taze fasulyeyi yediğinde alabileceğin tadı; yemeğin yanında yediğin pembe domateslerle yapılmış salatayı yediğinde alabileceğin tadı bizden sonraki kuşaklara tattırmamak bence bizim bizden sonraki kuşaklara yapabileceğimiz en büyük kötülük.

Sevgili dostlar öyle bir ağ kurmuşlar ki, bizden sonraki kuşaklara harika tatlar bırakabileceğimiz bir miras bırakmışlar.

Çıkarsız, içten pazarlıksız, temiz duygularla kurulmuş mis kokulu pespembe bir ağ!

Benim gibi olan insanlardan; Pembe Domates Ağının kurucularının aflarına sığınarak, yazımın altında verdiğim internet sitelerini mutlaka incelemelerini ve ağa katılıp, ağa ve dünyaya hizmet etmelerini ve o tohumlardan alıp yetiştirerek çocuklarına ve yakınlarına tattırmalarını dilerim.

http://www.pembedomates.org/
http://pembedomates.blogspot.com/


Bilge Keykubat
Ağustos 2009

Read More »»

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Farklı Kişilikler

. 24 Ağustos 2009 Pazartesi
1 yorum

Son zamanlarda iki ismi devamlı takip ediyorum. Biri İstanbul CHP Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu diğeri İstanbul CHP il başkanı sayın Gürsel Tekin.

Söyledikleri, yaptıkları, yapmaya çalıştıkları, başardıkları ve başaramadıkları. Günümüz Türkiye’sinde, günümüz politikasında görmeye alışık olmadığımız durumlar yaşatıyorlar bizlere.

Taraflı tarafsız herkesin taktirini kazanıverdiler ikisi birden. Şuana kadar değişmeden duran dürüst görüntüleri, tutarlı çizgileri, yerinde tespitleri ve sıcak tavırları ile evimizden biri oluverdiler.

En önemli özellikleri arasında ise zamanı gelince bırakıp gitmesini bilirler imajları…

Siyasi tarihimiz boyunca çok az politikacımız için bu duyguları yaşamışızdır sanırım. Gelip de gitmeyenleri, dönünce unutuverenleri, söyleyip de yapmayanları çok gördük tarihimizde maalesef!

Kibarlığı elden bırakmayan yaklaşımları, yüz ifadelerine pek yansımayan sinirlilik halleri, kin ve nefretten uzak bakışları sanırım her politikacıda olamayacak özellikleri, ikisinin de.

Umarım yok etmeyiz diğer değerlerimizi yok ettiğimiz gibi onları da! Çamur atmayız önümüze gelene yaptığımız gibi, tarihimizin tozlu sayfaları arasına sokmayız onları da diğer bütün özel kişilerimiz gibi!

Teşekkür ederiz sizlere, ümidimizi kaybettiğimiz bir anda çıkıverdiniz ikinizde. Kayıp politik değerlerimiz yeniden canlandı sizinle.

Dürüstlüğünüzü ve tutarlılığınızı kaybetmemeniz dileğiyle.

Bilge KEYKUBAT
Ağustos 2009

Read More »»

21 Ağustos 2009 Cuma

Pesto Soslu Tortellini

. 21 Ağustos 2009 Cuma
4 yorum

Yemeği daha doğrusu güzel yemeği seven biri olarak hep değişik tatları araştırırım. Nerede ne yenir hep ilgi alanıma girmiştir. Her zaman için güzel tatlar beni çeker. Rahmetli dedemin bir lafı vardı “Güzel yemek güzel kadın gibidir, insanın ömrünü uzatır” derdi. Bu laf sanırım beynimin içinde o kadar yer etti ki, ömrümü uzatmak için gerekli olan iki şartı da yerine getirdim ve getirmeye de devam ediyorum.

Güzel eşimi bulduktan sonra onunla en güzel lezzetleri birlikte tatmak.

Dünyanın en güzel yemeğini yiyin, yalnız yediğiniz zaman hiçbir zevk almazsınız. O yemeği sevdiğiniz birisiyle yemek, yemeğin tadına tat katar.

4-5 Yıl önce eşimle İstanbul’da bir restorana gitmiştik. Makarnayı çok seven biri olarak gözüme menüde “pestolu tortellini” takıldı. Kardeşimin değimiyle bizim geleneksel ev mantımızın peynirlisi! Hemen onu söyledim. Bir süre sonra üstünde dumanıyla kocaman bir kasede makarnam gelmişti.

O kadar güzel kokular geliyordu ki burnuma, taze fesleğen, karabiber, ceviz, sarımsak ve sıcak makarna. Kendimi güzel kızların arasında egzotik bir adada hayal ettim birden. Makarnanın farklı kokuları kanımı ısıtmıştı. Daha tatmadan sadece kokusuyla bile benim mideme girmeyi hak ediyordu.

Bu kadar hayal aleminin ardından tatma zamanı gelmişti, fesleğen kokulu makarnamı. Makarnamı tadınca bu kokuların ve bu kokularla birlikte oluşan hayallerin az bile olduğunu düşündüm. Tadı enfesti. Permasan peyniri, fesleğen, sarımsak ve ceviz harika dörtlü. Bana göre dört egzotik tat. Cennetteydim. Ağzımda harika tatlar, burnumda egzotik kokular, gözümün önünde muhteşem manzarasıyla “pestolu tortellinim” ve yanımda güzel karım; daha ne isteyebilirdim ki o an için!

Muhteşem dörtlünün tabaktaki makarna hamuru ile dansı harikaydı. Samba yapan seksi dansçılar gibiydiler. Sıcak, kıvır kıvır, mis kokulu ve ateşli. Her lokması ayrı lezzet, her lokması ayrı tat. Bir taraftan ağzımdaki lokmanın tadını çıkarmaya çalışıyordum bir taraftan da sanki tabağımdakileri alacaklarmış gibi kimse tabağımı ellemeden onları bitirmeye çalışıyordum. Daha önce bir makarnayı bu şekilde görüp yiyebileceğimi hiç düşünmemiştim.

Böyle tatları tattıkça dedemin dediklerinin doğru olduğuna bütün kalbimle inanıyorum artık.

“Güzel Yemek Güzel Kadın Gibidir, İnsanın Ömrünü Uzatır”...

Bilge Keykubat
Ağustos 2009

Read More »»

18 Ağustos 2009 Salı

Şu Politikayı bir türlü anlayamamışımdır!

. 18 Ağustos 2009 Salı
0 yorum

Ne, neden yapılıyor? Kiminle burada niye kavga edilip orada niye sarmaş dolaş olunuyor? Eski dostlar birden en azılı düşman, eski düşmanlar ise birden en iyi dost nasıl oluyorlar? Oyunlar, tezgahlar, komplolar bu kadar karışık bir şekilde nasıl yapılabiliyor anlamıyorum!

Bu politika oyununun kurallarını öğrenmek gerçekten çok zor! Daha doğrusu, bu kuralları öğrenmeye yaşamı yetmez bizim gibi olanların. Bu oyunun futbol veya basketbol gibi kuralları yok maalesef! Kurallar her an değişip artabilir! Devamlı güncel olmak, günlük hayatı çok iyi takip etmek gerekir.

Maalesef bizim gibi olanlar, güncel hayatı onlar gibi takip edemezler. Bilemezler arkalarını döndüklerinde, öndeki kişilerin hemen arkalarına geçeceğini! Olaylar kötüye giderken gündemi usta bir savaş uçağı pilotu edasıyla anında 180 derece döndürmeyi beceremezler.

Ekonomi, eğitim, sağlık, güvenlik, yargı, sosyal devlet ve daha niceleri, politikanın bu hain ve kusursuz kuralları altında ezilir gider. Kıvrak manevralar, kusursuzca hazırlanan ve sinsice yürütülen planlar hükmeder bizlere.

Bilirler ki onların bu gün yaptıklarını bizler yarın unutacağız! O yüzden de gündemi en iyi şekilde değiştirmek onların işi, onlara inanmak da bizler gibi düşünemeyenlerin işi!

Bir durup düşünelim; bu günlerdeki gündemleri ve gündem arkalarını, bizlere neleri unutturmaya çalıştıklarını ve bunun için ne gibi yeni gündemler oluşturduklarını. Dahi olmaya gerek yok arka plana düşen eski gündemleri görmek için. İsteyelim, düşünelim, birlik olalım yeter, göstermek için gücümüzü.

Elbet bir gün, bu günkü gündemi yarın unutmayanlar artacak ve birlik olacak!

Özlemle bekliyoruz o gelecek günleri!

Bilge KEYKUBAT
Ağustos 2009

Read More »»

13 Ağustos 2009 Perşembe

Eskilerin Cehennemde Yanarsın Lafı Bizim Ülkemiz İçin Artık Geçerli Değil.

. 13 Ağustos 2009 Perşembe
0 yorum

Eskilerin Cehennemde yanarsın lafının bizim ülkemiz için artık geçerli olmadığını biliyoruz. Çünkü yakın zamanda ülkemizin cennetleri tamamen yok olacak.

Bizim cennetlerimiz yakılıyor, bizim cennetlerimiz yanıyor, bizim cennetlerimiz yok oluyor, bizim cennetlerimiz rant kapısı oluyor ve bizim cennetlerimiz ev ve otel oluyor…

Güzel vatanımızın cennet köşeleri bir bir elden gidiyor; Kuşadası, Antalya, Çanakkale, Bodrum, Marmaris, Aydın, Selçuk ormanları ve aklıma gelmeyen bir çok yer… En son yok olan cennetimiz de İzmir Seferihisar’da.

Bazen çocuklara suç atılıyor, bazen çiftçilere, bazen kırık cam parçalarına. Bu cahil ve masum suçlular gün ışığına çıkartılırken, gerçek suçlular da kazanacakları paraları düşünerek bıyık altından pis pis gülüyorlardır herhalde.

Katil olmak illa bir insanı öldürmek değildir bence. Ha bir insanı öldürmüşsün, ha bir ormanı yok etmişsin, ha hayvanları öldürmüşsün. Hiç birinin birbirinden farkı olmaması gerek.

Ama yakan mı suçlu yakmaya teşvik edip yol gösteren mi suçlu o meçhul. Örneğin yakan kişiye 50 yıl ağır hapis cezası vereceksin, yanan yeri de en kısa zamanda tekrar ormanlık alana çevireceksin. Orman yangını çıkan alanlarda ev, otel ve tarla yapmayı engelleyeceksin, yapanlara da yangın çıkarmış gibi gene 50 yıl hapis cezası vereceksin bak o zaman yangınlarda azalma oluyor mu olmuyor mu?

Dünya ülkeleri ormanlık alanları arttırmak için çaba sarf ediyorlar, yasalar çıkarıyorlar; bizim ülkemiz de ise ormanlık alanlar azalsın diye çaba sarf ediyor yasalar çıkarıyor.

Gözünüzü kapatın ve hayal edin; uçsuz bucaksız bir orman, büyüklü küçüklü binlerce ağaç, rüzgarın ağaçlardan çıkardığı sesler, kuşların şakımaları, ağustos böceklerinin harika ezgileri, sürü halinde koşan atların nal sesleri ve dalgalanan yeleleri, çiçekten çiçeğe konan arılar, ressamın en güzel çizgileri ile çizilmiş kelebekler, kabuğunun içine çekilerek uykuya dalmış kaplumbağalar, gizli gizli avını kovalayan tilkiler, harıl harıl yem depolayan karıncalar, daldan dala atlayan sincaplar, homurdanarak gezen kocaman ayılar, taşlara sürünerek şıkır şıkır akan dereler, canım ormanların mis kokusu, gözümüzün önünden birden kayboluyor yerini uçsuz bucaksız karanlık, yerde yanmış hayvan ve ağaç parçaları, iğrenç bir yanık kokusu, simsiyah bir ölüm sessizliği, ağlayan insanlar ve sonsuz bir korku alıyor. İşte karşınızda gerçek cenennem…

Yeşilin her tonunu bulabileceğimiz güzel ve savunmasız ormanlarımız. İçinde binlerce canlıyı barındıran ormanlarımız. Dünyada eşi benzeri olmayan ANADOLU’ muz. Bizim yaşam kaynağımız, kurtarmak için canlarımızı feda ettiğimiz canım vatanımızın cennet ormanları;

Sizden,
Öncelikle sizi yok eden katiller adına,
Sonra o katillere bu fırsatı veren bizler adına,
Özür diliyorum.

Bilge Keykubat.
Ağustos 2009

Read More »»

11 Ağustos 2009 Salı

Yıllarca aynı sokakta yaşadık onlarla

. 11 Ağustos 2009 Salı
2 yorum

Yıllarca aynı sokakta yaşadık onlarla, aynı parkta oyun oynadık, aynı okula gittik, aynı pazara gittik, arkadaşlarımız aynıydı, biz aynıydık! “Bizler Onlar” yoktu.

Hepimiz aynıydık!

Bir gün nasıl olduysa bize siz demeye başladılar, tabi ki biz de onlara siz diyorduk.

Bir anda biz batılı olduk, onlar doğulu.

Oysa aynı vatan toprakları üstünde yaşayan komşulardık onlarla, sadece evlerimiz farklıydı. Bir de evde pişen yemek.

Bizler mi bu hale getirdik yoksa bu hale getirildik mi bilemiyoruz artık! 20 yılda her şey alt üst oldu.

Bir anda biz batılı olduk, onlar doğulu.

Oyunlar oynanmaya başlamıştı bir kere, geri dönüş yoktu. Onları ayrı dürttüler, bizi ayrı dürttüler, ellerinde çomakları olanlar. Bütün tarih boyunca hep aynı hataya düşmemiş miydik? Hep üstümüzde oyunlar oynamamışlar mıydı? Bizler de devamlı onların istediği doğrultuda hareket etmemiş miydik? Hep güdülmemize kendimiz fırsat vermemiş miydik! Her zaman dürtülen ve güdülen zarar görür bu dünyada; şimdilerde bizlerin ve onların zarar gördüğü gibi.

Bir anda biz batılı olduk, onlar doğulu.

Şimdilerde ise iyice hasretiz birbirimize. Eskilerde ayrımız gayrımız yoktu, şimdilerde ise aynımız yok. Artık komşu bile olamaz olduk, o mahalle bu mahalle olduk. Dayanamıyor olduk birbirimize. Ayrı dünyaların insanları yapıldık zoraki. İki ayrı yabancı yapıldık aynı evin içinde yaşayan ve farklı yemekleri yiyen.

Sanırım artık amaçlarına ulaştı birileri. Bizim gibi dürtülenler ve güdülenler olduğu sürece dürtenler ve güdenler her zaman amaçlarına ulaşır.

Çünkü artık biz batılı olduk, onlar da doğulu…

Bilge Keykubat
Ağustos 2009

Read More »»

9 Ağustos 2009 Pazar

Siyah Kan

. 9 Ağustos 2009 Pazar
2 yorum

Geçen hafta Jean Christophe Grange’nin “Siyah Kan”ını okudum. Harika bir gerilim. Uzun zamandan beri okuduğum en iyi gerilim romanlarından biri.

Başından sonuna sürükleyici. Okuyucuya öyle bir tuzak kuruyor ki o ağın içine düşmemek imkansız. Anlatım bence çok iyi. O kadar iyi tanımlamalar yapmış ve ayrıntıları o kadar iyi vurgulamış ki o anı, o hisleri en gerçekçi haliyle yaşatıyor insana.

İnsanın saf ve temiz duyguları ile içindeki cani katili o kadar iyi kaynaştırmış ki okurken şüpheye düşmemek imkansız. Acaba bende mi dedirtiyor insana! Soluksuz okunuyor.

Gitgeller arasındaki dünyanın en derinliklerine inebiliyor. Ben kitabı okurken gözlerimi kapatıp o anı beynimde yaşadım. Kanın akışını, gözlerindeki korkuyu, korkudan terlemeyi, kapana kısılmışlığı, çaresizliği ve mükemmelliği… Anlar film şeridi gibi gözümün önünden geçti gitti. Her gözümü açışımda kalbim yerinden çıkacak gibi bir ritimle kareleri hatırlatıyordu.

Bence korku, gerilim tarzı seven okuyucular için kaçırılmayacak bir roman. Benim gibi bir amatöre bile kendisi ile ilgili yazı yazdırtıyor…

Bilge Keykubat
Ağustos 2009

Read More »»

7 Ağustos 2009 Cuma

Gözümü açtığımda denizdeydim

. 7 Ağustos 2009 Cuma
0 yorum

Kuşadası-Davutlar-Güzelçamlı

Gözümü açtığımda denizdeydim.

Karşımda kıyı boyunca büyüklü küçüklü rengarenk bir sürü çadırın olduğu bir sahil vardı. Dedemlerin çadırı denize akan iki derenin arasında kurulmuştu. Çadırın arkasından geçen dere çadırın biraz yanından sahile dökülüyordu. Çadırın öbür yanında göğü kucaklayacak büyüklükte bir çınar ağacı vardı. Kolları her yana yayılmıştı. Mavi brandadan yapılmış bir ev büyüklüğünde çadırın yanında, beyaz brandadan yapılmış mutfak çadırı vardı. Ana çadırın önündeki gölgelik günün çoğunluğunu geçirdiğimiz yerdi. Bahsetmeden geçemeyeceğim çadırlardan 15-20 mt geride tarlaların içinde bir de tuvalet çadırı vardı! Çok derin kazılmış bir çukurun üstüne ayak basma yerlerine iki tahta konulur, etrafına odundan bir kasa yapılır ve o kasa da çadır bezi ile kaplanırdı. Ha kapının önündeki kocaman bidon ve altındaki küçük tuvalet tası olmadan olmazdı. Sahildeki pancar motorlu teknede ayrı bir eğlenceydi. Çadırların en güzel yanı yüzlerce çadırdan oluşan koloninin gece olunca bir araya gelmesi ve eğlencelerin başlamasıydı.

Çocukluğumdan kalma bir cümle hiç kulaklarımdan çıkmaz. Güzelçamlı’nın sahili bir yıl kum bir yıl taş olur derlerdi. Her yaz geldiğinde merakla beklerdim acaba bu yıl ne olacak diye. Ve gerçekten de gördüğüm manzara karşısında büyülenirdim. Bir yıl taşı bir yıl kumu görünce.

Çadırlarımızdan az ileride başlayan milli park ise harikaydı. Geceleri hep beklerdim acaba bir hayvan görebilecekmiyim diye. Bir de Zeus mağaramız vardı. Buz gibi suyun hiç eksilmediği, dibinin sonsuz olduğu. Çocuk aklı hep merak etmişimdir sonu nereye çıkar diye?

Bizim çadırdan epey uzaktaki göl ise hep içime heyecan katmıştır. Göl demek balık yakalamak demekti, göl demek macera demekti.

Çadırların yaklaşık bir iki kilometre gerisinden başlayan dağların çamları hep yemyeşil, hep kopkoyu, hep sımsıkı olmuştur. Bence orman bu dağlar demekti. Bir de dağların doruğundaki çıplak kaya. Oldum olası hep çıplak ve yalnızdı.

Gözümü açtığımda denizdeydim.

Karşımda sahil boyunca uzanan bir ev yığını vardı. Dedemlerim çadırı yoktu. Çadırın yanındaki kocaman çınar ağacım yoktu. Ağacım Ankara’lı bir teyze ve amca tarafından kestirilmişti. Gece eğlenceleri yoktu. Derelerimi aradım derelerim de neredeyse yok olmak üzereydi. Gölüm gözükmeyecek kadar küçülmüştü. Dağlardaki benim ormanlarım da yoktu. Büyüklerimiz sağolsun (!) benim dağlarımı ve ormanlarımı doruklara kadar uzanan beton yığınlarına çevirmişlerdi. Tek bulabildiğim dağın doruğundaki benim çıplak ve yalnız kayamdı. Bir tek oraya ulaşamamışlardı. Kumsalımı sorarsanız hala oluyormudur bilemiyorum bir yıl kum bir yıl taş…

Bilge Keykubat
Ağustos 2009

Read More »»

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Tarımın Ana Vatanında Yalnız Kalmış Ziraatçılar

. 3 Ağustos 2009 Pazartesi
0 yorum

Üniversitenin ilk günleri. Açıkçası bir belirsizlik hakim bütün benliğime! Kazandığımı söylediğim okulu söylediğimde çevremdekilerin tepkisi, dedikleri ve bakışları. Gözlerindeki o alaycı bakış! Ve benim onlara karşı duyduğum kin ve nefret. İnadına gideceğim bakışı da cabası. Güzel Türkiye’min belki de en büyük sorunlarından biri bana göre;“Tarımın ana vatanında yalnız kalmış ziraatçılar”. Üstüne okulun ilk günlerinde bölüm hocalarından birinin dediği “İş yok arkadaşlar Ziraat Mühendislerine, siz bölüm değiştirmeye bakın” lafı. Dediğim gibi hem de bölüm hocası ve bir Ziraat Mühendisi. Türkiye’nin acı gerçeği! En önemlisi bu psikoloji ile okula başlayan bir öğrenci, geleceğin bir Ziraat Mühendisi, Tarımın ana vatanındaki yalnız kalmış ziraatçılarından biri. Devleti tarafından dışlanmış yalnızlığa itilmiş bir halk kitlesinin yani çiftçilerin dertleriyle ilgilenmeye çalışan bir mesleğin parçası. Bunlar okula ilk başladığım zamanlardaki beynimin içindeki düşünce denizinin bazı dalgaları.

Okulu bitirdiğimde sığınacak ilk yerim tabiî ki Ziraat Mühendisleri Odamdan başka bir yer değildi. Bir heves gidiyorum oda şubesine kaydolmaya. Yıllar geçiyor iş hayatına başlıyorum. Artık odada aktif olma zamanı. Odamıza gidip geliyorum. Her yaştan insanla iyi anlaşan biri olarak herkesle sohbetim iyi. Ancak günler geçtikçe hep aynı insanlarla görüşüyorum artık odamda. Hep ağabeylerimi ablalarımı görüyorum. Ha bir de odadan medet uman üniversite öğrencisi birkaç kardeşimi. Sanırım Türkiye’min başka bir geçeği ile karşı karşıyayım. Türkiye’mdeki her dernek, sendika, parti, kulüp ve oda gibi benim odamda da gençler aktif değil. Oda ile ilgili karar alınacak gençler yok, oda genel kurulu yapılacak gençler yok, oda seçimleri yapılacak gençler yok, eğlence yapılacak gençler gene yok! Abilerimizin ablalarımızın başımızın üstünde yerleri var! Ancak geç meslektaşlarımızı da aramızda görmek istiyoruz artık! Büyüklerimize saygımız sonsuz, onların bilgilerine, tecrübelerine, fikirlerine ve en önemlisi desteklerine her zaman ihtiyacımız var. Ama ziraat mühendisleri odamızın devamını sağlamak için gençlere de ihtiyaç var. Bunda herkesin eşit suçu daha doğrusu ihmali var. Büyüklerimizin olduğu kadar geç meslektaşlarımızın da payı büyük.

Bilge KEYKUBAT
Ağustos 2009

Read More »»

30 Temmuz 2009 Perşembe

Klasik müziği sevmeye ilkokulda başladım

. 30 Temmuz 2009 Perşembe
0 yorum

Sanıyorum ilkokul 3. sınıftım. Babam bir gün eve gelip beni klasik müzik konserine götüreceğini söyledi.

Açıkçası tam olarak klasik müzik kavramını bilmiyordum! Ne demekti klasik müzik? Babam o kadar heyecanla söylemişti ki kesin güzel bir şeydir diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Aydın’da yaşıyorduk. Babamın çocukluğunda bir sürü yazlık sineması, kışlık sineması olan konserlerin, gösterilerin eksik olmadığı ancak benim çocukluğumda ise bir tane yazlık sineması, bir tane de kışlık sineması olan bir yer. Ha bu arada bir de askerlerin ve meraklıların gittiği sex filmlerinin yayınlandığı bir sineması vardı küçük Aydın’ımın.

Her şeye rağmen o zamana göre güzel olan ve her ilde olacağını düşünemediğim bir kapalı spor salonumuz vardı Aydın’ımızın. Ben de küçücük bir çocuk olduğum için gözüme o kadar büyük gelirdi ki sanki salonun içinde kaybolacağımı düşünürdüm. Klasik müzik konseri kapalı spor salonunda olacaktı.

Neyse akşamı zor ettim o gün. Saatler geçmek bilmiyordu. Çocuk aklı işte aklıma bir sürü soru geliyordu; ne giyecektim, nasıl gidecektik, nereye oturacaktık, kimler gelecekti, ertesi gün arkadaşlarıma nasıl anlatacaktım ve bunun gibi bir sürü soru…
Salon çok dolu değildi. Biz orkestranın sağ tarafındaki tirbünlerde oturuyorduk. Ve sonunda konser başladı. Açıkçası kimin eserleri çalındı ve hangi eserler çalındı hiç mi hiç hatırlamıyorum. O geceye ait, benim için gecenin eğlenceli geçmesini sağlayan ve o küçük halimle bir şey anlamama rağmen klasik müziği sevmeme neden olan güzel dakikalardan başka hiçbir şey hatırlamıyorum.

Konser başladıktan bir süre sonra 3-5 kişi yanımıza bir adam geldi. Adam geldikten bir süre sonra etraftakiler adamın yanından uzaklaşmaya başladılar. Bir süre sonra belli oldu adamdan neden uzaklaşıldığı adam sarhoştu. Bir parça bitti herkes kibar kibar alkışlarken yandaki adam ayağa kalktı ve bravo bravo diye avazı çıktığı kadar bağırarak alkışlamaya başladı. Orkestradakiler ve salondakiler adama garip garip bakıyorlardı.

Derken ikinci parça bitti adam gene ayağa kalktı ve bravo diye avazı çıktığı kadar bağırıp alkışlamaya başladı. Orkestradakiler biraz garipsemiş ve ürkmüş bir şekilde adama bakıyorlardı. Açıkçası onların bu bakışları hala gözümün önündedir.

Artık olay alışılmıştı ve her parça sonrasında adam kendini hırpalarcasına bağırıp alkışlıyordu. Bu ne kadar sürdü tam olarak hatırlamıyorum. Konser bitmişti seyirciler ayakta orkestrayı alkışlıyordu. Bizim adam tabi ki gene ayakta deliler gibi bağırarak alkışlıyordu. Seyirciler konser bitti diye salonu boşaltmaya başlamışlardı. Ancak bizim sarhoş amcamız hala daha hırpani bir şekilde orkestrayı alkışlıyordu “Bir daha, bir daha” diye. Birden orkestra şefi bizim sarhoş amcamızla göz göze geldi sonra orkestrayı yerine oturttu ve bir parça daha çalmaya başladı. Herkes şaşırmıştı. Bir süre sonra parça bitti ve orkestra şefi ve diğer müzisyenler bizim sarhoş amcamızın önüne gelerek onu alkışladılar ve elleriyle ona da alkış istediler.

O geceye yönelik tek hatırladığım bu. Ama o gece sayesinde klasik müziği sevmeye başladım. Zaten ertesi gün babama bir “kaset” aldırdım. Böyle ilginçlikler sanırım bazen çok işe yarıyor.

Bilge Keykubat
Temmuz 2009

Read More »»

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Kabak Çiçeği Dolması

. 29 Temmuz 2009 Çarşamba
2 yorum

Bodrum’dan bahsetmek istiyorum. Bu yaz, eşim, Emre Bey ve arkadaşlarımızla birlikte gittiğimiz Bodrumdan. Daha önce hiç gitmediğim Küçükbük diye bir koy. Gündoğan merkezden hemen önce. Sessiz sakin, sokak satıcılarının olmadığı, araba gürültülerinin duyulmadığı, denizin dalgasız olduğu bir koy.

Bu koyda küçük bir otele gittik. Otel denizin dibinde. Buraya gelenlerin kafa dinlemeye geldiği belli oluyor yüzlerinden. Ve sanırım bu otelim müdavimleri de var. Otel sahibi ve çalışanları ile artık abi kardeş, arkadaş olmuşlar. Otelin havuzu sorarsanız bence gayet güzel ve her gün de temizleniyor ancak otelde kaldığımız 4 gün boyunca havuza giren sadece iki üç kişi vardı. Çünkü otel denize sıfırdı ve denizin de havuzdan farkı yoktu! Odamız da harikaydı; bir taraftan deniz ve havuz manzarası bir taraftan dağ manzarası.

Bu arada otelin yanından geçen küçük derenin yaz aylarında denizle bağlantısı kesiliyormuş. Benim dikkatimi çeken denizle bağlantısı kesilmiş olan derede belki yüzlerce balık yavrusunun olmasıydı. Orası sayesinde benim minik Emre Bey’imi epey oyalamayı başardım. Ha diyebilirsiniz ki sivri sinekten geçilmez orası. Otelin bütün camları sinek teli ile kaplanmıştı, odamızda hiç sivrisinek yoktu. Bu arada aklıma gelmişken bence önemli bir konuya daha değineyim. Odamız öğlen güneşinin altında bile serindi! Odada klima olmasına rağmen sadece bir gece klima açık yattık bu beni cezbeden en önemli noktalardan biriydi.

Benim yazmak istediğim ne Bodrum ne gittiğimiz koy ne de kaldığımız otel! Benim sizlere anlatmak istediğim eğer benim gibi yemeğe hatta yöresel yemeklere ve hatta sebzeye ve benim tabirimle “Ot Çöp” yemeye meraklıysanız gerçekten harika bir yer Serdar Hotel. Ekşili börülcesi, sıcak börülce yemeği, Ayşe Kadın Fasulyesi, bol sarımsaklı yoğurtlu semiz otu, harika kızartması, taptaze çıtır çıtır yeşil biberi, mis gibi kokulu tarla domatesi, meşhur kabak çiçeği dolması, parmak gibi sarması, favası, piyazı, patlıcanlı kırmızı biberli yoğurtlusu daha sayamadığım bir sürü yöresel yemeği… En güzeli de yemekleri, bahçelerden toplanan tazecik sebzelerden, temiz yüzlü masum köylü kadınların kendi elleri ile yapmaları. Hele akşamları iskelesine veya kumsala attıkları masalarında, mis gibi deniz kokusu ve minik dalga sesleri eşliğinde mangalda pişmiş balık ile yöresel yemekleri, buz gibi rakı eşliğinde yemek harika.

Her şeyi bir kenara bırakalım güzel ve nefis yemekleri o kumsalda yemek için bile gidilir Serdar Hotel’e. Ama gidipte kabak çiçeği dolmasını ve yemeğin yanında isteyeceğiniz tazecik çıtır çıtır biberi yemeden dönmek sizin için gerçekten çok büyük kayıp olur.

Bilge KEYKUBAT
Temmuz 2009

Read More »»

17 Temmuz 2009 Cuma

Babam ve Oğlum

. 17 Temmuz 2009 Cuma
2 yorum

Bloğumun ilk yazısı, babam ve oğlum.

Yılar önceydi. Babam bir konuşmasında "ben oğlullarım için ölürüm" demişti. İçimden epey söylenmiştim. Adama bak be amma sallıyor! Bu güzel hayat, bu eğlenceli hayat bir insan için feda edilebilir mi? Bu soru işareti yıllarca beynimi kurcaladı! Hep acaba diyordum. Olur mu? Ama gülmeden de edemiyordum! Cevapsız bir merak.....

Bir gün evlendim hayatımın aşkıyla. İki kişi hayat çok güzeldi. Ye, iç, gez, toz, eğlen... İstediğin zaman yat, istediğin zaman kalk... Günler böyle geçiyordu.
Ve o gün, o özel gün öğrendim bebek beklediğimizi. İçim bir garip oldu. Ne düşüneceğimi, nasıl düşünmem gerektiğini bilemedim! Sevinmelimiyim üzülmelimiyim? Babalığı kavrayamadım o an. Bir başka özel gün kalp atışlarını duyduk. O zaman biraz daha gariptim. Biraz biraz kavramaya başladım baba olacağımı, ancak hala daha tam değil. Günler geçiyor. Güzel eşimin karnı gitgide büyüyor. Sanırım ben baba olacağım diye düşünüyorum artık. Bundan kaçamam.

Ve hayatımın en özel ve güzel günü. Daha önce en güzel gün diye düşündüğüm bütün günler boş (Düğün günüm dışında :) ) Hemşire kucağıma veriyor Emre'mi. Benim oğlum. Benim herşeyim. Bu sefer kıskançlık başlıyor. Eşimi kıskanıyorum çünki hayatta sadece onunla bir şeyler paylaşıyor canım oğlum. Günler geçiyor. Emeklemeler, agular, adımlar ve baba demesi!
Evet babama inanıyorum artık! Hayatın anlamı bu! Ben oğlum için ölmeye hazırım!

İlk okul dönemlerimde babama bir soru sormuştum! "Baba reankarnasyon nedir?" babamın cevabı: Oğlum ben doğdum bu ilk hayatım, annenle evlendim ve sonra sen doğdun bu ikinci hayatım, günün birince sen evleneceksin ve senin bir çocuğun doğacak ve benim son ve üçüncü hayatım! İşte reankarnasyon budur demişti.

Evet babam her konuda haklı ben oğlum için ölürüm çünki o benim ikinci hayatım!

Canım oğlum ben seni çok seviyorum!

Bilge KEYKUBAT
Temmuz 2009

Read More »»

14 Temmuz 2009 Salı

İlk Gün Heyecanı

. 14 Temmuz 2009 Salı
4 yorum

Bu gün ilk günüm :)

Read More »»
 

Ziyaretçi Saysı

iletişim